NATO Zirvesi’nden yeni savaş konsepti çıktı
1 Temmuz 2022
28-30 Haziran günlerinde Madrid’de düzenlenen NATO Zirvesi sonuçlandı. Zirvede yeni bir Stratejik Konsept kabul edildiği açıklandı. NATO’nun Rusya ve Çin’e karşı yayılmasını temel alan konsept yeni savaşların kapıda olduğunun ilanı oldu. NATO bu yeni Stratejik Konsepti’ni hangi sonuçları olacağını ve Türkiye’nin zirvedeki atraksiyonlarını Murat Çakır ile değerlendirdik.
NATO’nun Madrid’deki liderler zirvesinin sonuç bildirisi yayınlandı. Genel Sekreter Jens Stoltenberg, müttefiklerin yeni Stratejik Konsept belgesinin kabul ettiğini duyurdu. Lizbon’da 2010’da düzenlenen zirveden sonra yeni Stratejik Konsept kabul edildi. Stratejik Konsept’in önemi nedir ve neyi içeriyor?
Öncelikle NATO Zirvesini emperyalist cephenin olduğu gibi ABD politikalarının ardına dizilmesinin bir göstergesi olarak tanımlamak gerekiyor. Kabul edilen yeni Stratejik Konsepti de, yaşamın her alanını militarist aklın hizmetine sokmanın bir aracı olarak nitelendirebiliriz. Daha doğrusu, ABD Başkanı Biden’in deyimiyle “Avrupa NATO’laştırılmaktadır”. Stratejik Konseptte dikkat çeken iki unsur var. Birincisi Rusya Federasyonu’nun “Euro-Atlantik alanındaki barışın ve istikrarın en önemli ve en doğrudan tehdidi” tanımlamasıyla Batının Avrupa’daki baş düşmanı ilân edilmesidir. Bu da otomatikman, hem NATO’nun Kuzey Avrupa’ya genişlemesinin, hem de Doğu Avrupa’ya devasa silah ve ordu birlikleri konuşlandırılmasının, dolayısıyla AB ve NATO üyesi devletlerin silahlanma bütçelerini katlayarak artırmalarının gerekçesidir, ki bu politikalara toplumsal rıza üretilmesini de kolaylaştırmaktadır. Nihâyetinde ABD’nin uzun zamandır takip ettiği “Rusya’nın kuşatılma stratejisi” bu konsept ile doğrudan NATO stratejisi hâline getirilmiş ve ABD Avrupalı müttefiklerini tekrar kontrolü altına alabilmiştir. Avrupa’nın “Rusya’dan korunması” ve “caydırıcılık politikası” kisvesi altında da Avrupa halklarına yeni Soğuk Savaş koşulları dayatılmıştır.
Daha önceden yazıldığı gibi Zirve’den Rusya karşıtı kararlar çıktı. Rusya, 2010’daki stratejik konseptte “dış ortak” iken artık doğrudan tehdit olarak tanımlandı. Bu tehdit tanımlamaları ekonomik soğuk savaşın ötesinde Hitler Almanyasının Sovyetler Birliği’ne saldırması gibi bir hedef olduğu söylenebilir mi? Ukrayna üzerinden Rusya’yla savaşın daha da uzatılmasının nedeni nedir?
Emperyalist yayılmacılık mantığına bakarak, “Batı Rusya’ya saldırmayacaktır” tespitini yapamayız. Ancak Rusya Federasyonu’nun elindeki nükleer silah cephanesi göz önüne alınırsa, böylesi bir saldırının bedeli son derece büyük olacaktır ve bu bedeli ödemeye hazır bir siyasi irade, her ne kadar “sınırlı nükleer savaş olanaklıdır” görüşleri yayılıyor olsa da, henüz ortada yoktur – en azından şimdilik görünmemektedir. Kaldı ki başta Alman emperyalizmi olmak üzere, Avrupalı emperyalist güçler olası bir saldırıda nükleer savaşın ana coğrafyası olacaklarını çok iyi bilmektedirler. ABD, Fransa ve Britanya’nın “nükleer şemsiyeleri” Rusya topraklarından gönderilecek nükleer füzelerin hepsini bir anda savunabilecek durumda değillerdir. Buna karşın Soğuk Savaş aracılığı ile Rusya Federasyonu’nun izole edilmeye çalışılması, ekonomik açıdan zayıflatılması ve Ukrayna üzerinden Rus ordusunu yıllar süren bir çatışma bataklığına çekerek Rusya’nın yıpratılması daha gerçekçi bir senaryo olarak gözükmektedir. Ukrayna üzerinden Rusya ile savaşın uzatılmasının temel nedeni bence budur ve aynı zamanda Avrupalı emperyalist güçleri ABD kontrolü altında tutmanın, AB’nin Polonya ve Baltık Ülkeleri gibi ABD’nin Truva atlarıyla zayıf rakip olarak kalmasını sağlamanın da yoludur.
Sizinle daha önce yaptığımız söyleşide NATO’nun yeni stratejisinin ikinci bir hedefi de ABD emperyalizminin Rusya Çin aksını kırarak, 2011’den bu yana yoğunlaştırdığı Hint-Pasifik stratejisine ağırlık verilmesidir, demiştiniz. Zirvede de “Çin Halk Cumhuriyeti ile Rusya Federasyonu arasında derinleşen stratejik ortaklık ve ikisinin kurallara dayalı uluslararası düzenin altını oymaya yönelik birbirini pekiştiren girişimleri, değerlerimize ve çıkarlarımıza ters düşmektedir” denildi. Avustralya, Japonya, Kore Cumhuriyeti ve Yeni Zelanda da ilk kez NATO zirvesindeydiler. Sizce ABD ve NATO, Çin’e yönelik ne tür hamleler yapabilirler?
Bu soruyla tam da Stratejik Konseptin ikinci dikkat çeken unsurunu vurguluyorsunuz. Savaş aygıtı NATO’nun kabul edilen yeni Stratejik Konseptinin Çin Halk Cumhuriyeti’ni “Kuzey Atlantik İttifakının çıkarlarına, güvenliğine ve değerlerine yönelik en büyük meydan okuma” olarak nitelendirmesinin ve zirveye Avustralya, Japonya, Kore Cumhuriyeti ve Yeni Zelanda’nın davet edilmesinin nedeni ilk etapta NATO’nun dünya çapında genişlemesinin bir gerekçesidir. ABD’nin Hint-Pasifik Stratejisine desteğin yanı sıra NATO’nun uzun zamandır takip ettiği bir genişleme çabasının ifadesidir. Anımsanacağı gibi NATO’nun 2008 Bükreş Zirvesinde Asya’dan, Pasifik Bölgesinden ve Latin Amerika’dan dokuz ülke “dünya çapındaki NATO partnerleri” olarak ilân edilmişlerdi. NATO 1989/1990 karşı devriminden bu yana, bırakın küçülmeyi veya feshedilmeyi, “Küresel NATO” oluşturma ve eski Genel Sekreter Scheffer’in deyimiyle, “NATO sorumluluklarını yerine getirmeyi kabul eden her ülkeyi üye yapma” hedefini takip etmiştir. O açıdan yeni Stratejik Konseptin ÇHC bağlamı haricinde bir de böylesi bir hedef tanımlaması bulunmaktadır.
ABD emperyalizmi dünya çapında belirleyici güç olarak kalabilmesi ve zayıflayan konumunu yeniden güçlendirebilmesi için ÇHC’ni hedefine koymaktadır. Yani ABD’nin asıl hedefi en büyük sistemsel rakibi olarak gördüğü ÇHC’dir. Tüm askeri, lojistik ve mali olanaklarını bu nedenle Hint-Pasifik Bölgesine yığmaya çalışmakta ve gerek Avrupalı gerekse de Pasifik’teki müttefiklerini bu adımlarına destek olmaya zorlamaktadır. Pasifik ülkelerinin Madrid Zirvesine davet edilmelerini de bir nevi “Pasifik NATO’su” oluşturma çabası olarak okumak mümkündür. Ancak Almanya’da yapılan son G7 Zirvesinde görüldüğü gibi, Hint-Pasifik Bölgesinde ve BM üyesi devletler arasında Rusya Federasyonu ile Çin Halk Cumhuriyeti’ne yönelik politikaları için destek bulunması zorlaşmaktadır. G7 Zirvesine davet edilen ülkeler, hem BRICS ittifakı ile olan ilişkilerini derinleştirmeye çalışmakta hem de Rusya’ya yönelik diplomatik adımların atılmasını savunmaktalar. O açıdan gerek ABD’nin gerekse de NATO’nun ÇHC’ne yönelik hamlelerinin uluslararası arenadaki diplomatik girişimler, kimi ekonomik yaptırımlar, ÇHC yönetimini zan altında bırakacak propagandif çalışmalar ve Hong Kong, Tayvan sorunları ile Güney Çin Denizi’ndeki tedarik yolları ihtilaflarını körüklemekle sınırlı kalacağını öngörebiliriz.
ÇHC’ne yönelik adımlar aynı zamanda Avrupa’daki gelişmeleri de etkileyecek. Gerek ABD gerekse de Avrupa yaygın basınında ABD’nin asıl hedefinden, yani ÇHC’ni zayıflatma hedefinden uzaklaşmakta olduğunu ve NATO’nun dünya çapında genişlemeye çalışmasının stratejik açıdan aşırı esnemeye yol açarak, Batıyı güçlendirmekten ziyade zayıflatacağını öne süren görüşler yayınlanmakta. O nedenle günün birinde Biden yönetiminin Ukrayna’daki faşist rejime “şimdiye kadar elde ettiklerinle yetin” demesi ve Rusya Federasyonu ile uzlaşı araması da büyük bir sürpriz olmayabilir.
Hâlihazırda Rusya’ya karşı yaptırımlar AB ve ABD’nde gıda ve diğer ürünlerde fiyatların katlanmasına ve enflasyon oranlarının artmasına neden oldu. Fosilden çıkıp “yeşil yeni düzen” açıklamaları yapılırken, yeniden kömürle, fosil enerji taşıyıcıları ile devam kararları alındı. Rusya-Çin akısını kırmak küresel ekonomik sistem açısından da süren ekonomik krizlerin daha da uzaması ve derinleşmesine neden olmayacak mı?
Avrupa ile Afrika’nın tahıl ihtiyacının önemli bir bölümünü karşılayan Ukrayna ve Rusya tahılı ile gübresi üzerine alınan karşılıklı yaptırım kararlarının dünya çapındaki gıda krizini ve fiyatların yükselmesini etkilediği biliniyor. Ancak dünya çapında üretilen tahılın büyük bir bölümünün de Batıdaki endüstriyel hayvan bakıcılığı tarafından tüketilmesi ve bununla birlikte biyoyakıt için geniş tarım arazilerinin talan edilmesi de bu gıda krizini tetikleyen unsurlardan. O nedenle gıda krizinin asıl müsebbibin kapitalist üretim tarzı ve uluslararası tekeller ile mali sermayenin kâr arayışları olduğunu, altını kalın çizgilerle çizerek vurgulamak gerekiyor. Sadece Avrupa’daki endüstriyel hayvancılık için kullanılan tahılın küçük bir kısmının Afrika’daki kimi ülkenin gıda krizini çözebilecek olanakları yaratabileceğini söyleyebiliriz.
Aynı şekilde Batılı ülkelerin “Green New Deal” veya “Yeşil Yeni Düzen” propagandasına da aldanmamak gerekiyor. Nükleer enerjinin sürdürülebilir enerji taşıyıcısı olarak ilân edilmesine ramak kalmışken, bizzat Alman Yeşilleri Rus doğal gazına taş kömürü ile doğa katili “Fracking gazı” ve son derece külfetli olan likit gaz tedarikini alternatif gösteriyorlar. Nihâyetinde kapitalist kâr mantığının gereği olan adımlar atılarak, “yeşil” ve “ekolojik üretim” kisvesi altında özel sermaye birikimine yeni yollar aranmaktadır. Bu özellikle otomotiv sektöründe de göze çarpmaktadır. Elektro motorlu araçlara öncelik verilmesi ve AB çapında benzinli-mazotlu motor üretiminin yasaklanma çabası, otomotiv tekellerine yeni kâr ve birikim olanakları yaratma anlamına gelmektedir. Elektro motorların aküleri için gerekli olan ender maddelerin çıkartıldığı ülkelerdeki doğa talanı ve emek sömürüsü ne Yeşillerin ne de diğer sermaye partilerinin umurundadır. Bununla birlikte Avrupa’yı “yenilebilir” enerjiye dayalı üretimle mutlu kılmak isteyen emperyalist devletler karbondioksit salınımı artıran fosil enerjiye dayalı üretimi yoksul coğrafyalara yönlendirerek, sömürüyü ve doğa talanını katmerleştirmekte, çoklu kriz ortamlarının yaygınlaşmasına neden olmaktadırlar. “Yeşil Yeni Düzen” yeni sermaye birikim rejimleri oluşturan yeşil kapitalizmden ibarettir ve kapitalizm alaşağı edilmedikçe ne ekolojik dönüşüm gerçekleşebilir ne de iklim ve çevre korunması sağlanabilir.
Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğini veto etme blöfünün arka planında ne vardı? Zirvede ne kazandı Türkiye? Zafer açıklamaları bir propaganda mı yoksa gerçek mi?
Kanımca Ankara NATO Sözleşmesinin kendisine tanıdığı bazı şartlı rehinleri kullanarak, siyasi avantajlar elde etmek istedi. İsveç ve Finlandiya ile imzalanan Moratoryum, bu iki ülkenin NATO üyesi olmalarıyla uymaları gereken NATO Sözleşmesinden farklı değil. O nedenle de propagandif bir unsurdur. Ancak bu gelişme, Türkiye’deki kimi liberallerin beklediği gibi, NATO’nun Türkiye’nin demokratikleşmesine yönelik adımları destekleyeceği laflarının da içi boş söylemler olduğunu kanıtladı. Tam aksine, Türkiye’deki antidemokratik gelişme, otoriter yönetim biçimi ve savaş politikaları NATO çizgisinin bir gereğidir. Kürdistan Özgürlük Hareketine yönelik savaş aynı zamanda bir NATO savaşıdır ve NATO silahlarıyla yürütülmektedir. ABD ve NATO’nun kimi noktalarda NATO üyesi Türkiye’nin egemen sınıflarının çıkarlarıyla örtüşmeyen hedefleri olsa da, ABD, AB ve NATO açısından Türkiye’nin son derece yaşamsal bir önemi bulunmaktadır. AKP-Saray-Rejiminin NATO Zirvesinde elde ettiği siyasi avantajlar, kesinlikle Türkiye halklarının lehine olmayacaktır. Silahlanma ve askeri-sınai kompleksin büyütülmesi ile bölgedeki komşu ülkelere yönelik saldırgan politikalar NATO tarafından desteklenecek ve nihâyetinde egemen siyasetin – ister AKP isterse de başka burjuva partilerinin öncülüğünde – sürdürülebilmesinin olanakları sağlanacaktır. Türkiye halklar, ezilen ve sömürülenler açısından baktığımızda Madrid’de kaybeden taraf olmuştur.
Cemil Aksu / POLİTİKA HABER