19 Mart 2023
Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü SIPRI tarafından geçenlerde açıklanan veriler dünya çapındaki silahlanmanın ne denli tehlikeli boyutlara ulaştığını bir kez daha gösterdi. Verileri incelediğimizde silah ihracatının emperyalist ülkeler için, iktisadi açıdan olduğu kadar Batının dünya çapındaki hegemonyasının sürdürülebilirliği açısından da yaşamsal önem taşıdığını tespit edebiliriz. Bu özellikle ABD emperyalizmi açısından geçerlidir. 2018-2022 yılları arasındaki zaman diliminde ABD bir kez daha birinci sırayı almış: Silah ihracatı toplamının yüzde 40’ı ABD tarafından karşılanırken, Rusya yüzde 16, Fransa yüzde 11, Çin Halk Cumhuriyeti yüzde 5,2 ve Almanya yüzde 4,2’lik oranlarla listedeki yerlerini alıyorlar.
Bu veriler Almanya askeri-sınai kompleksinin dikkatini çekiyor. Alman silah tekellerinin temsilcileri basına verdikleri demeçlerde, “SIPRI verileri silah ihracatındaki payımızın katlanarak artabileceği potansiyellere işaret ediyor” diyorlar. Nitekim Scholz hükümetinin silahlanma bütçeleriyle ilgili olarak aldığı her karar silah tekellerinin yönetim merkezlerinde şampanya patlatılarak karşılanıyor. Borsada silah tekellerinin hisse senetleri değerlerinin artmasına, örneğin Rheinmetall tekelinin DAX listesine girmesi ve defterlerine 2022 yılı sonu itibariyle 26,6 milyar Euro’luk sipariş not etmesine üzülecek değiller ya.
Aslına bakılırsa 1989/1990 karşı devriminden bugüne dek süren dönemi silah tekellerinin “Altın yılları” olarak nitelendirmek olanaklı. Sayısız ihtilaf ve silahlı çatışmalar, savaşlar ve işgaller, hammadde ve enerji kaynakları ile tedarik yollarının kontrolü üzerine oynan büyük kumar, nihâyetinde Ukrayna’da yürütülen vekalet savaşı genel olarak silah tekelleri için yeni ve neredeyse bitmeyecek kâr fırsatları yaratıyor. Dünya her geçen gün daha hızlı bir şekilde fitili yakılmaya hazır bir barut fıçısı hâline dönüşüyor.
Elbette 21. Yüzyıl’da barut fıçısının nükleer cephane olduğunu vurgulamaya gerek yok. Karadeniz üzerinde bir ABD dronunun düşürülmesinden sonraki gelişmeler, karşılıklı nükleer caydırıcılık politikalarının hâlâ etkin olduğunu ve emperyalist güçlerin tüm sert savaş retoriğine rağmen (şimdilik) kapsamı sınırlı olsa dahi nükleer savaştan çekindiklerini gösteriyor.
Ancak Karadeniz’deki olayın farklı bir boyutu var, ki bu boyut NATO ve Rusya arasındaki ilişkilerin daha da gerilmesine yol açabilir. Kırım’ı topraklarına katan Rusya Karadeniz hava sahası üzerinde egemenlik iddia ederken, ABD Karadeniz’i bir “NATO denizi” hâline getirmeye çalışıyor. Son yıllarda artan şekilde Karadeniz’de gerçekleştirilen NATO tatbikatları, Gürcistan’a yönelik yaklaşımlar, askeri dronlar ve savaş uçaklarıyla zorlanan sınırlar, ABD ve NATO’nun Rusya’yı Karadeniz’de de sıkıştırmaya çalıştıklarının kanıtıdırlar.
Nihâyetinde NATO’nun Doğu Avrupa’ya genişlemesinin, Balkanlar-Kafkaslar-Ortadoğu Üçgeninde ihtilaf ve çatışmaların körüklenmesinin ve Karadeniz ülkelerinde “renkli devrimler” peşinde koşulmasının Rusya’nın kuşatılma stratejisinin bir parçası olduğu burjuva medyasında dahi ifade edilmektedir. Örneğin Alman FAZ gazetesine göre Ukrayna savaşında “asıl söz konusu olan sadece Ukrayna değil, Avrupa ve Asya sınırındaki stratejik önem taşıyan Karadeniz’e serbest ulaşımdır”.
Burjuva medyasında böylesine açıklıkla itiraf edilen gerçekler Avrupalı silah tekellerinin iştahını kabartıyor. Ve görüldüğü kadarıyla – ki silah tekellerinin konvansiyonel cephane üretimini artırmayı kararlaştırmaları bunu gösteriyor – Karadeniz suları orta vadede daha da ısınacak.
Karadeniz sularının ısınmasından doğrudan etkilenecek olan ülkelerden birisi şüphesiz Türkiye’dir. Aslına bu Türkiye egemenleri açısından hayli çetrefilli bir mesele. Bir taraftan ülkenin NATO üyesi olması, diğer taraftan Rusya ile olan stratejik ilişkilerin karmaşıklığı ve Türkiye’nin kendi yayılmacılık politikası açısından taşıdığı önem Türkiye karar vericilerinin Karadeniz’deki gelişmelere nasıl yaklaşacakları sorusunu gündeme getiriyor. AKP-Saray-Rejiminin politikaları biliniyor. 14 Mayıs sonrası oluşacak olası yeni iktidarın hangi çizgiyi takip edeceğini zaman içerisinde göreceğiz ama, farklı davranacaklarını gösteren bir emare yok.