5 Kasım 2023
Artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını, yaşamakta olduğumuz çağ kırılmasının yarattığı koşulların yaşamın her alanını etkisi altına aldığını idrak etmek zorundayız. Şili’deki 1973 faşist darbesiyle start alan, 12 Eylül 1980’de Türkiye’de laboratuvarı kurulan ve 1989/1990 yenilgisiyle ivme kazanan küresel karşı devrim süreci, dünyayı cehenneme çevirme yolunda hızla ilerliyor. Egemen sınıflar, özellikle kâr uğruna ceset yığınları üzerine çıkarak yön tayin eden tekelci burjuvazi, egemenlikleri altındaki dünya düzenini ebedi kılmak için var güçleriyle çaba gösteriyorlar. Otoriter neoliberalizm salt ekonomileri değil, toplumları da biçimlendiriyor – deyim yerindeyse, toplumların “harddiskine format atıyor”.
Genellikle küçük burjuva niteliği olarak sıralanan bencillik, korkaklık, zengin olma ve sınıf atlama arzusu; kendisinden güçlü olanın önünde kul misali belini bükerken, kendisinden zayıf olana tekme atma ve kendi çıkarları için her türlü fırsatçılığı kullanma alışkanlığı hemen her toplumsal kesime yayılmış durumda. Toplumsal dayanışmayı küçümseme, ırkçılık, ayrımcılık, cinsiyetçilik, “önce ben” egoizmi, teslimiyetçilik ve yobazlık 21. Yüzyıl toplumlarının karakteristik özelliği hâline gelmek üzeredir.
Öyle olmasaydı, dünyanın gözü önünde gerçekleştirilen soykırımlara, Akdeniz’in mülteci mezarlığına dönüşmesine, savaşlara, ekolojik felaketlere, dünya çapındaki sefalete karşı insanlığın isyan etmesi gerekmez miydi? Maalesef teslim alınmış ve tüm insani duyguları törpülenmiş yılgın birey kitleleri hâline getirilen burjuva toplumları, bırakın isyan etmeyi, isyan edenleri bizzat taşlamaktan, aforoz etmekten başka bir şey yapmamaktadır. Bilhassa imtiyazlı coğrafyalarda yaşayanlar kendilerini, çivisi çıkan dünyanın fırtınalı denizlerinde gemisini kurtaran kaptan zannetmektedirler. Ama gemilerinin çoktan su almaya başladığının ve batmakta olduğunun farkında değillerdir.
Hiç kuşku yok: varoluş krizlerini tetikleyen bir distopya yaşamaktayız her geçen gün. Ancak her distopya kendi içinde ütopyasını da var eder. Ütopyayı dünyanın gerçeği hâline getirecek olanlar ise, her ne kadar uzak bir ihtimalmiş ve olanaksızmış gibi görünse de ezilen ve sömürülen sınıflar olacaktır. Çünkü tarihin çarklarının ileriye doğru dönmesi, belki yavaşlatılabilecek, ama asla durdurulamayacak olan bir yasallıktır.
Şöyle bir etrafımıza bakalım: her türlü baskıya, yasaklamalara, işkenceye, yargısız infazlara, kısaca Ahmet Arif’in deyimiyle, “ipin, kurşunun rağmına” baş kaldıranlar ve henüz çoğunluk olmasalar da yürekleri hâlâ eşitlik, özgürlük ve kurtuluş arzusuyla çarpanlar susturulamamaktadırlar. Başta Türkiye olmak üzere, dünyanın her tarafında hapishane duvarları arasından dünyayı değiştirmek, savaşsız ve sömürüsüz bir gelecek için mücadele edenler geri püskürtülememektedirler. Rojava’da tüm zorluklara, katliamlara, bombardımanlara rağmen, ayakların baş olabildiği, demokratik ve eşit ve herkesin kendi kaderini tayin edebildiği özerk bir yaşamın olanaklı olduğu kanıtlanabilmektedir. Dünyanın en büyük açık hava hapishanesinde, Gazze’de tümden yok edilme pahasına yakılmış olan özgürlük ateşi söndürülememektedir.
Diyeceksiniz ki, yazının başında söylediklerin ile üst paragrafta yazdıkların çelişmiyor mu? Hayır, tam aksine, bunlar günümüzün distopik gerçeğinin karanlıkları arasında umudu kaybetmememizi, enseyi karartmamızı göstermektedirler. Eğer kendimizi ve etrafımızı biçimlendirmezsek, biçimlendirileceğimizi, ebedi esaretten kurtulamayacağımızı kanıtlamaktadır bu küçük umut ışıkları. Peki, ama nasıl yapacağız bunu? Örgütlenerek! Öncü güçlerin saflarında yer alıp, mücadeleye katılarak! Sokağın gücünü egemenlerin gözüne sokarak! Toplumsal dayanışmayı yaşayıp, yaşatarak ve her daim en zayıfın, en korunmasızın yanında saf tutarak. En başta kendimizi değiştirip, zamanı geldiğinde tüm dünyayı kurtaracak olan o büyük devrimi beklemeden, bugün ve burada devrimci yaşamın tüm pratiklerini sergileyerek.
Elbette kolay olmayacak bu. Gündelik yaşamın hengâmesi içinde, sevdiklerimizin geçinmesini, hayatta kalmasını sağlamak için ekmeğimizi kazanırken, kolay değil mücadele etmek, direnmek, değiştirmek. Ama elinizi vicdanınıza koyup söyleyin lütfen, var mı başka çaremiz?