10 Kasım 2024
ABD Başkanlık Seçimlerini Donald Trump’ın kazanmasının ertesi günü Almanya’da hükümet krizinin derinleşerek SPD-Yeşiller-FDP koalisyonunun dağılmasına yol açması, kimi yorumcu tarafından “Almanya’nın ABD vassallığı tescillendi” biçiminde değerlendirildi. Bu tespitte doğruluk payı olsa da Federal Hükümetin dağılacağının sinyallerini bir yıl öncesinden görmek olanaklıydı. Geçen çarşamba günü Şansölye Scholz’un Maliye Bakanı Lindler’i görevden almasıyla erken seçim Almanya’nın gündemine oturmuş oldu.
Aslına bakılırsa koalisyonun dağılmasının temel sebebi 2008’den bu yana kabararak devam eden küresel mali ve iktisat krizine karşı geliştirilen ve birbirleriyle çelişen iki “çözüm konseptidir”. Kriz özellikle Almanya’da derinleşmiştir ve bu konjonktürel resesyon bilhassa Alman ekonomisinin temel direği olan otomotiv sektörünü zora sokmuştur. Yıllık 564 milyar Euro’luk cirosu ve yaklaşık 800 bin çalışanıyla Alman otomotiv sektörünün tökezlemesi, Alman ekonomisini ağır hasta durumuna düşürmektedir.
Alman sermaye fraksiyonlarının hep daha fazla devlet sübvansiyonu talep etmeleri, sosyal güvenlik sistemlerinin erozyonunun devamı, 1945 sonrası görülmemiş bir silahlanma bütçesi, Ukrayna savaşının finansman zorlukları ve Alman ihracat mekanizmasının küresel rekabette geriye düşmesi krizi derinleştiren faktörlerdir. Hükümet ortaklarından FDP bu duruma sosyal ve iklim koruma bütçelerinde büyük kısıtlamalara gidip, devasa sanayi teşvikleriyle anayasal “borç freni” uygulamasının korunmasını talep eden bir politika önermişti. Ancak son Eyalet Parlamentoları seçimlerinde ciddi oy kaybı yaşayan SPD ve Yeşiller bunu kabul etmeyip, ekonominin desteklenmesi, sosyal giderlerin artırılması ve savaş bütçesinin yükseltilmesi için devletin daha fazla borçlanması gerektiğini savundular. Nitekim birbirleriyle temelden çelişen bu iki konsept koalisyonun dağılmasını sağlayan “son damla” oldu.
Scholz hükümeti tam anlamıyla bir savaş kabinesiydi. SPD, Yeşiller ve FDP, muhalif CDU/CSU ve ırkçı-faşist AfD partisinin dolaylı destekleriyle Alman devletinin gerici-militarist dönüşümünü, Ukrayna örneğinde olduğu gibi faşizmin rehabilitasyonunu ve bağımlı çalışanların haklarına yönelik büyük taarruzu tetikledi. Aşırı silahlanma ve iktisat savaşının masraflarını halkın ezici çoğunluğunun sırtına yükledi, demokratik ve sosyal kazanımları daha da törpüleyerek ırkçı-faşist hareketlerin güçlenmesine ön ayak oldu.
Scholz hükümetinin Rusya’ya karşı yürüttüğü iktisat savaşı, Avrupa’daki egemenlik mücadelesi, silahlanmaya ayırdığı devasa bütçe ve İsrail hükümetinin soykırım politikasına sunduğu önkoşulsuz yardımlar Federal Parlamento’da ve yaygın burjuva medyasında büyük destek bulmuş ve çoğunluk toplumunun rızasını alabilmişti. Ancak asıl sorun bu siyasetin finansmanı için gerekli olan savaş bütçesini oluşturmada çıktı. SPD-Yeşiller-FDP-Koalisyonu Alman emperyalizminin öngördüğü militarist-yayılmacı ajandanın finansmanında başarısız oldukları için dağıldı.
Yeni seçilen ABD Başkanı Trump’ın ilan ettiği yeni siyasi çizgi şüphesiz Almanya’daki egemen politikanın karşı karşıya bulunduğu sorunların çözümünü zorlaştıracaktır. Her halükarda başta Almanya olmak üzere Avrupalı kapitalist devletler önümüzdeki dönemde süregiden küresel krizin ve ABD’nin yeni dış politikasının getireceği yeni yüklerin altında daha da zora düşeceklerdir. Bu ise Avrupa’nın öncü gücü Almanya’nın, daha doğru bir deyimle Alman tekelci burjuvazisinin saldırganlığını çok daha artıracağına, toplumsal rıza oluşturmak için her türlü gerici adımı atmaktan geri kalmayacağına işaret etmektedir.
Önümüzdeki haftalarda Şansölye Scholz’un ne zaman güven oyu isteyeceğini göreceğiz. Güven oylaması sonucunda ise erken seçimlerin ne zaman yapılacağı belli olacak. Öyle ya da böyle gerçekleştirilecek olan erken seçimin göçmen ve mülteci düşmanı ırkçı söylemlerin ön plana çıkacağı seçim kampanyaları ile yürütüleceğini, çoğunluk toplumunun daha da sağa kayacağını şimdiden söylemek olanaklı. O açıdan böylesine bir toplumsal atmosferde gerçekleştirilecek olan seçimler sonrasında hangi partinin başarılı olacağını öngörmeye çalışmak kanımızca gereksiz bir çaba olur. Ancak her halükarda belli olan, büyük olasılıkla CDU/CSU’nun öncülüğünde kurulacak olan büyük bir koalisyonun sonuç itibariyle sadece savaş kabinesindeki bir görev değişikliği olacağıdır. Çünkü halihazırda CDU/CSU, SPD, Yeşiller ve FDP arasında biçimsel olmak dışında hiçbir fark kalmamıştır.