Erdoğan’ın »Pirus Zaferi« mi?

Erdoğan’ın »Pirus Zaferi« mi?

Bu yazı, Infobrief Türkei dergisinde yayınlanan »Verfassungsreferendum in der Türkei – Pyrrhussieg Erdoğans?« başlıklı seçim analizinin kısaltılmış Türkçe çevirisidir. Orijinal yazıyı şu linkten Almanca okuyabilirsiniz: Infobrief Türkei

Erdoğan hedefine ulaşmış gibi gözüküyor. 16 Nisan 2017’de yapılan halk oylamasını yüzde 51,4 ile kendi lehine çevirebildi. Yüzde 48,6 oranına ulaşan muhalefet bunu engelleyemedi. Veriler Yüksek Seçim Kurulu (YSK) tarafından ilân edilen geçici sayılara dayanmaktadır.

Görüldüğü kadarıyla bu kıl payı sonuç hayli tartışmalı ve önümüzdeki günlerde de tartışmalı kalmaya devam edecek. Ancak şimdiden belli olan bir şey var: Gerek seçim koşullarının, gerekse de halk oylaması sonuçlarının hiç bir demokratik meşruiyeti yok. YSK henüz seçim esnasında bir AKP üyesinin dilekçesi zerine mühürsüz zarflarda bulunan oyları geçerli kabul ederek hukuku eğmiştir. (…) »Evet« ve »Hayır« oyları arasında sadece 1,3 milyon oyluk bir fark olduğu ve – gerek muhalefetin, gerekse de seçim gözlemcilerinin bildirdiğine göre – mühürsüz zarflarda bulunan 2,5 milyon oyun (toplam oyların yüzde 5’i) »geçerli« sayıldığı düşünülürse, seçim hilesi yapıldığına dair söylemler bilhassa ciddîye alınmalıdır. Kıl payı bir sonuçta bu oylar belirleyicidir.

Yasal prosedüre – mühürsüz zarfların sayım dışı bırakılmasına – uyulmadığından ve zarfların sonradan mühürlenebilme olasılığının yüksek olmasından dolayı, geriye bakıp, ne kadar geçersiz oyun geçerli kabul edildiğini tespit edebilmek olanaksızdır. O nedenle oyların yeniden sayılması konuya bir açıklık getirmeyecektir. Referandumun yenilenmesi zaruri olmuştur. Gerçi CHP ve HDP temsilcileri sonuçlara itiraz edeceklerini açıklamışlardır, ancak itiraz bizzat yasağı çiğneyen kuruma yapılacağından, herhangi olumlu bir sonuç alınması pek olası görülmemelidir.

Sayılar ve gerçekler

Yüzde 84,7 olarak verilen katılım oranı yüksek sayılmalıdır. 58,4 milyon seçmenin yaklaşık 49,4 milyonu oyunu kullanmış, 25,1 milyon »Evet«, 23,7 milyon »Hayır« oyu çıktığı ilân edilmiştir. 1,3 milyon (atılan oyların yüzde 2,6’sı) oy çoğunluğu ile anayasa değişikliğinin kabul edildiği açıklanmıştır.

Bu sayılar nasıl yorumlanabilir? Öncelikle Erdoğan cephesinin OHAL’e ve muhalefetin masif bir biçimde engellenmesine rağmen, destek kaybettiği tespit edilmelidir. Örneğin 1 Kasım 2015 genel seçimlerinde CHP ve HDP birlikte yüzde 36,1 oranında oy alabilirken, AKP ve MHP toplam 61,4’lük bir oy oranına ulaşmışlardı. AKP, neofaşist MHP’nin yanı sıra aşırı milliyetçi BBP ve islamist, Kürt şovenisti HÜDA-PAR tarafından desteklenmesine ve tüm devlet aparatını kendi lehine kullanmasına rağmen, önceki seçimlerde kendisini destekleyen seçmenlerin bütününü mobilize etmeyi başaramamıştır.

Hükümet cephesi, ilk kez İstanbul ve Ankara gibi metropollerdeki çoğunluğunu da kaybetmiştir. Kürdistan’da, bilhassa son aylarda askerî şiddet sonucu yerle bir edilen kentlerde çıkan yüksek sayıdaki »Hayır« oyları, Kürt seçmenin dayatılan otokrasiyi net bir şekilde reddettiğini göstermektedir. Buna karşın Orta Anadolu’da yaşayan seçmenler çoğunlukla »Evet« oyu vermişlerdir. Ülkenin orta kısmında, kıyılara doğru giderek azalan bir Sünni-muhafazakâr çekirdek seçmen kitlesinin bulunduğu böylelikle teyit edilmiştir. Hükümet cephesinin metropollerdeki kaybının nedenleri, halk oylamasının hemen ertesinde zor yanıtlanabilir. Ancak bölünme çizgisinin eğitimliler ile eğitimsizler ve sanayi bölgeleri ile taşra bölgeleri arasından geçtiğine dair yaygın iddialar, spekülatif olarak tanımlanmalıdırlar. Her halükârda 30 büyükşehrin 17’sinde »Hayır« oyları çoğunluktadır.

(…)

Referandum sonrasında Kürt seçmenlerin ve yurt dışında yaşayan Türk vatandaşlarının verdikleri oylar tartışmalara yol açmaktadır. Soru şudur: Bu oylar gerçekten (hukuk dışı olduğu görülen) referandumda belirleyici mi oldular? Öncelikle bu konuda aceleci açıklamalardan kaçınmak gerekiyor. Bir kere yurt dışındaki toplam 2.957.870 seçmenden sadece 1.406.573’ü geçerli oy kullanmıştır, ki bu toplam oyların yaklaşık yüzde 2,8’ine eşittir. 831.208 seçmen »Evet« oyu vermiştir, yani bu toplam »Evet« oylarının yüzde 3,3’ü demektir. 575.365 seçmen ise, toplam »Hayır«oylarının yüzde 2,4’üne eşit derecede »Hayır« oyu kullanmıştır. Gerçi yurt dışı oylarında »Evet« oranı yüksektir, ancak bunların belirleyici bir etkide bulunmaları söz konusu değildir. İkincisi genellikle veya kısmen Kürt seçmenlerin yaşadığı bölgelerdeki oyların toplamı, toplam oy sayısının yaklaşık yüzde 13’ünü oluşturmaktadır. Bu bölgelerde verilen »Evet« oyları, toplam »Evet« oylarının yüzde 14’ünü oluştururken, verilen »Hayır« oyları toplam »Hayır« oylarının yüzde 12’sini oluşturmaktadır. HDP, tüm yıkıma, yasaklara ve sömürge pratiğine rağmen, bölgedeki kalelerini büyük ölçüde koruyabilmiştir. Bazı oy kaymaları için açıklama gerekli olabilir, ancak bunlar da belirleyici rol oynamamaktadır. Ayrıca mühürsüz zarfların büyük çoğunluğunun Kürdistan’dan gönderildiğinin bildirildiği de dikkate alınmalıdır.

(…)

Sonuç itibariyle YSK, yasa gereği geçersiz olan ve sayıları bilinmeyen oyların »geçerli« olduklarını ilân ederek, sadece referandumun meşruiyetinin altını oymakla kalmamış, aynı zamanda bu kıl payı sonuç ile toplumsal grupların tercihlerinin ilişkisinin açıklanabilmesini olanaksız hâle getirmiştir.

»Pirus Zaferi« mi? – Seçilmiş, seçilmiştir

Kimi yorumcu, seçmenlerin yarısının başkanlık sistemini reddetmiş olması ve Erdoğan’ın umduğu sonucu alamaması nedeniyle, Erdoğan’ın sadece bir »Pirus Zaferi« kazandığından bahsetmektedir. Şüphesiz bu kıl payı sonuç ile Erdoğan’ın devlet aparatı içerisindeki koalisyonları ayakta tutması zorlaşmıştır.

Ancak bu, Erdoğan ve AKP’nin bu durumun üstesinden gelemeyeceği anlamına gelmemektedir. Erdoğan zaferini ilân etmiş ve idam cezasının yürürlüğe sokulması için referanduma gidilmesini desteklediğini belirtmiştir. Hiç şüphe yok ki, kutuplaştırmaya devam edecek ve iktidar ilişkilerinin güvence altına alınması için elindeki tüm olanakları kullanacaktır.

Hükümet OHAL süresini uzatmıştır. AKP’nin 15 yıllık hükümet döneminde elde edilen deneyimler, bu partinin son derece esnek davranabildiğini ve aldığı darbelere strateji değişiklikleriyle reaksiyon gösterebildiğini kanıtlamaktadır. Örneğin başarısız darbe girişimini iktidarının konsolidasyonu için kullanabilmiş ve devlet aparatındaki milliyetçi/ulusalcı koalisyon ortaklarının güvence beklentilerini başkanlık rejimi lehine enstrümentalize edebilmiştir.

O nedenle referandum sonucunu bir »Pirus Zaferi« olarak tanımlamak için henüz çok erkendir. Sonuçlar her ne kadar kıl payı ve tartışmalı olsa da: Seçilmiş, seçilmiştir. Fiili otokrasi şimdi anayasal tabana oturtulmuştur. Hükümetin başı ve yakında parti başkanı olacak olan Erdoğan olası bir »Rollback«e (geri dönüşe) izin vermeyecektir. Şimdi uyum yasaları süreci başlayacaktır. Çok sayıda yasa, değiştirilen anayasa maddeleri ile uyumlu hâle getirilmek zorundadır. Erdoğan ve partili arkadaşlarının verdikleri demeçler, yeni bir istibdat döneminin karanlık aylarının – belki de yıllarının – başladığına işaret etmektedir.

Peki, ya muhalefet?

Asıl soru, muhalefetin bundan sonra ne yapacağıdır. Muhalefet geçiş sürecine eşlik mi edecek yoksa, antidemokratik koşullar altında gerçekleştirilen ve aynı zamanda hükümet cephesinin destek kaybettiğini açığa çıkaran referandum sonucuna tutarlı bir şekilde itiraz mı edecektir? CHP referandum sonucunu kabul etmese dahi, taraftarlarını sokağa çağırmadığı ve »direnişini« sadece hukuki yollardan sürdürdüğü müddetçe, otokratik başkanlık sisteminin inşasını engellemeyecektir. Dahası, CHP’nin parti içi iktidar kavgalarına boğulacağı beklenebilir. CHP başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun parti merkezinde yaptığı basın açıklamasının ardından yükselen istifa sesleri, parti içinde ağır bir ihtilafa işaret etmektedir.

Bir istibdat rejimi dönemini engelleyebilecek tek şey, geniş bir toplumsal muhalefetin göstereceği direniştir. Kıl payı sonuçlar tersinden geniş bir cephenin oluşturulması için bir fırsat olarak da okunabilir. Çeşitli kentlerde binlerce insanın, yaygınlaşmış terör ve polis şiddeti korkularına rağmen YSK’nin hukuksuzluğuna karşı sokağa dökülmüş olması, böylesi bir potansiyelin varlığını göstermektedir. Ancak bu potansiyel aktive edilmeli ve boşa çıkmaması için bir stratejiyle donatılması gerekmektedir. Muhalif güçler şimdiye kadar rejimin, Gezi direnişinde, kaybedilen 7 Haziran 2015 seçimlerinde, ama aynı zamanda 2016 darbe girişiminde ortaya çıkan kriz yatkınlığını derinleştirebilecek bir stratejiyi ortaya koyamamışlardır. Tüm güçler referandum sürecinde, referandum sonrası süreçle ilgili bir perspektif göstermeden, sadece »Hayır«a odaklanmışlardı. Referandum öncesinde ciddî seçim hileleri yapılacağı konuşulmasına rağmen, muhalefetin bu hukuksuzluk karşısında kararsız kalması şaşırtıcıdır.

Elbette bütünsel bir »Hayır« cephesinin olmadığı bir konstellasyonda ortak bir strateji ve perspektif üzerine anlaşabilmek kolay değildir. Zaten »Hayır« cephesi bir ucunda Kemalistler ve seküler ultra-milliyetçilerden, diğer ucunda ise sol-sosyalist güçler ile Kürt Özgürlük Hareketinden oluşmaktaydı. Arada ise diğer seküler ve demokratik güçler ile başkanlık sistemine ikna edilemeyen muhafazakâr kesimler durmaktaydı. Bu, geleneksel olarak birbirlerine karşı olan güçlerin bir birlikteliğidir. Soru, bir asgarî müştereğin – ki şimdi söz konusu olan parlamenter sistemin korunması değil, yeniden oluşturulmasıdır – karşılıklı düşmanlıkları aşmaya yetip yetmeyeceğidir.

»Hayır« cephesini oluşturan toplumsal grupların taktiksel işbirliği, şu an için rejimin kıl payı çoğunluğunu krize dönüştürebilmenin ve rejimi tavizlere zorlayabilmenin tek gerçekçi opsiyonu olarak gözükmektedir. Parçalı bir muhalefet, darbe almış bir Erdoğan’ı dahi zorlayamayacaktır, ki rejim şiddet sarmalını her an genişletme olanaklarını hâlâ elinde tutmaktadır.

CHP başkanı Kılıçdaroğlu’nun YSK’nin hukuksuzluğunun ardından yaptığı evcil basın açıklaması, ortak strateji için gerekli olan pozitif dürtülerin CHP’den gelmeyeceğine işaret etmektedir. Kaldı ki, CHP içerisindeki parti yönetiminin çizgisine uzun zamandır karşı çıkan kesimlerin şimdiye kadar herhangi bir girişimde bulunmadıkları da ortadadır. Diğer yandan MHP’li muhaliflerin de kendi aralarında anlaşamamaları, AKP ile birlikte hareket eden MHP yönetimine karşı bir alternatif oluşturamayacaklarını göstermektedir.

Böylelikle var olan potansiyeli kullanma görevi, »Hayır« cephesinin sayısal olarak en zayıf kesimlerine – Türkiye’nin sol güçlerine – ve Kürt Özgürlük Hareketine düşmektedir. Türkiye ve Kürdistan’daki sol ve demokratik güçlerin her zamandan daha fazla Avrupa’dakilerin enternasyonalist dayanışmasına ihtiyacı olacaktır. Özellikle şimdi kendi ülkemizdeki burjuva cephesine karşı Türkiye’deki rejimin hem diktatörlük olduğunu, hem de demokratik seçimlerle elde edilen meşruiyete sahip olmadığını ısrarla vurgulamak zorundayız.