Irkçılar suçlu, ya biz?
Bu köşe yazısı 16 Eylül 2017 tarihli Yeni Özgür Politika ve Özgürlükçü Demokrasi gazetelerinde yayımlanmıştır.
Alman faşizmi, Kızıl Ordu’nun büyük katkısı ve Sovyet insanlarının özverisi sonucunda yenildikten sonra, Dachau yakınlarındaki toplama kampına götürülen Dachau sakinleri ceset yığınlarını gördüklerinde, »bu vahşetten hiç haberimiz yoktu« diyorlardı. Sanki yaz günleri, krematoryumdan çıkan küllerin üstlerine kar gibi yağmasını hiç görmemişler, katledilen Yahudilerin, komünistlerin, sendikacıların mallarını yağmalamamışlar gibi… Tarih her zaman »hiç haberimiz yoktu« diyenleri yargılamıştır, yargılayacaktır. Tarihin alınlarına vurduğu damga hiç bir zaman silinmeyecektir.
Aysel Tuğluk’un annesinin cenazesine saldıranlar, Suriyeli avına çıkanlar, Kürdistan’da vahşet uygulayanlar da alınlarına vurulan damga ile tarih sayfalarına geçeceklerdir, bundan hiç şüphe yok. Irkçılar, en alt sınıflara mensup olsalar da, yoksulluklarını gerekçe gösterseler de, suçludur, suçlu kalacaklardır. Ancak bu, asıl suçluların egemen sınıflar olduğu gerçeğinin üstünü örtemez. Çünkü, »bugüne kadarki toplum tarihi, sınıf mücadeleleri tarihi« olduğu kadar, ırkçılığın da tarihidir. Çünkü, ırkçılığın temelinde egemen iktidar ve mülkiyet ilişkileri yatmaktadır. Egemen sınıf ile egemen inancın özdeş olduğu sınıflı toplumlarda, etnik ve dini ayrımcılık, ırkçılık ve refah şovenizmi sınıf tahakkümünün organik unsurlarıdır.
Sonuç itibariyle Marx’ın çığır açan analiz metodunun dünya çapında kabul görmesini sağlayan »Das Kapital«in ilk cildinin yayımlanışının 150. yılında değişen bir şey yok. İşte tam da bu nedenle, tarihsel maddeciliği ve marksist literatürü temel alarak toplum analizi yapan biz sosyalistler, komünistler, devrimciler de suçluyuz. Sınıf mücadelesinin gereğini yerine getirmediğimizden, antifaşist mücadelenin tüm tarihsel deneyimlerini göz ardı ettiğimizden ve tutarlı bir şekilde çağımızın vebası olan ulusçuluk virüsünden kurtulmayı beceremediğimizden dolayı suçluyuz.
Suçluyuz, çünkü ırkçılığa ve faşizme karşı panzehir olan örgütlü ortak mücadeleyi öremedik hâlâ. Örgütsel egoizmlerden, pasifizmden, oportünizmden, bireyselcilikden, sekterlikten, Kemalizmin ve liberalizmin etkilerinden, latent ırkçılık ve cinsiyetçilikten kendimizi ve en önemlisi, örgütlerimizi arındıramadığımız için suçluyuz. Kürt halkının özgürlük mücadelesini emperyalizmle ilişkilendirerek, burjuvazinin demagojik söylemini yeniden üretenlere gereken yanıtları vermediğimiz, farklı direniş ocaklarının birbirleri ile bağlanmasını engelleyenleri geri püskürtmediğimiz, olmamız gereken yerlerde, fabrikalarda, mahallelerde, yani sınıfın içinde ve sınıfla beraber örgütlenmediğimiz için suçluyuz.
Ezilen ve sömürülenleri boyunduruk altında tutan koşullar alaşağı edilmedikçe, faşist güruha lânet okumak, sosyal medyada kınama mesajları yayınlamak hiç bir şeyi değiştirmez. AKP-Saray-Rejiminin faşizmin toplumsal tabanını oluşturduğu bugünlerde işlemeyen parlamenter sisteme, var olmayan hukuka atıfta bulunmak, rejimi güçlendirmekten başka bir işe yaramaz. Türkiye işçi sınıfının devrimci güçleri ile Kürt Özgürlük Hareketi ortak mücadeleyi öremedikleri müddetçe, ne faşizm, ne de faşist güruhlar geri püskürtülebilir. Önemli ve ivedi olan budur, gerisi hikâyedir.