Solcu halk hareketi mi?
Bu köşe yazısı 20 Ocak 2018 tarihli Yeni Özgür Politika ve Özgürlükçü Demokrasi gazetelerinde yayımlanmıştır.
Almanya reformist solunda derin ayrışma çizgileri giderek daha da belirginleşiyor. Sol Parti’nin tanınmış isimlerinden, Federal Meclis Grubu Eşbaşkanı Sarah Wagenknecht ve eşi Oskar Lafontaine yaptıkları »birleşik sol hareket« önerisiyle Sol Parti içinde hararetli tartışmalara yol açtılar. Wagenknecht ve Lafontaine, »Sol Parti gibi kitle partilerinin yetersiz kaldıkları« gerekçesiyle, Almanya’da da, aynı Fransa’daki »La France Insoumise« ve İspanya’daki »Podemos« gibi, içinde Sol Partili, SPD’li ve Yeşil »solcuların« yer alacağı »solcu halk hareketinin« oluşturulması gerektiğini savunuyorlar. Kişiselleştirilen burjuva politikalarının »başarıları« göz önünde tutulunca, anlaşılır bir öneri.
Aslına bakılırsa bu öneriyi siyasal formasyon olarak sol partilerin reddiyesi ve salt seçim odaklı, yukarıdan aşağıya kurulu örgütsüzlük olarak okumak gerekiyor. Liderliğini ünlü isimlerin yapacağı, kararların »yorucu parti kurultaylarında« değil, bir kaç yönetici tarafından alınacağı; programı skandalize edilmiş bazı popülist söylemlerden oluşturulmuş ve özünde »seçmen derneğinden« ibaret olan bir hareket, zaten oldum olası parti içi demokrasiyi kaale almayan ve ne idüğü belirsiz bir parlamenter »çoğunluk« kurgulamak isteyen namlı siyasetçiler için çekici gelebilir. Ancak bunun, bırakın halkı, dar anlamda sol için dahi bir getirisi olabileceği hayli şüphelidir.
Reformist Sol Parti’yi »radikal sol« gibi gösteren bu sağ oportünist öneri, parti içi tartışma süreçlerinin olmazsa olmazlığı, yönetim organlarının seçimle iş başına getirilmeleri, kurultaylar, aşağıdan yukarıya örgütlenme, toplumsal hareketlerin siyasî tartışmalara dahil edilmesi, hesap sorma hakkı ve hesap verme yükümlülüğü gibi demokratik örgütsel yapılanmayı reddederek, lider veya liderlerin güdeceği bir koyun sürüsü oluşturmaya yöneliktir. Her ne kadar Mélenchon liderliğindeki »La France Insoumise»in veya »Podemos«un elde ettikleri kısa vadeli seçim başarıları dikkat çekse de, Fransa ve İspanya deneyimlerinin birebir Almanya’ya uyarlanması söz konusu değildir.
Zaten koşullar ve maddî şartlar tamamen farklıdır. Mélenchon’un Fransa’da belirli bir seçim başarısı elde etmesi, oluşturduğu hareketin etkinliğinin değil, Fransız emek hareketinin mücadeleci örgütlülüğünün, sınıf çelişkilerinin keskinleşmesinin, ama aynı zamanda devrimci sınıf politikası yapması gereken sol partilerin basiretsizliğinin yol açtığı boşluğun bir sonucudur. İspanya için de benzer tespitlerde bulunabiliriz.
Almanya’da ise, daha önce yazdığımız gibi, benzer bir hareketi oluşturabilecek öznel ve nesnel koşullar bulunmamaktadır. Wagenknecht ve Lafontaine’nin önerisi, reformist solu daha sağa çekecek, sosyal demokrasinin meşum yoluna sokacak ve sol partilerin kolektif irade geleneğini yok edecek bir geri adımdır. Evet, Wagenknecht ve Lafontaine haklılar: Almanya’daki Sol Parti fazlasıyla yetersiz kalıyor. Ama bunun nedeni, Sol Parti’nin sosyalist olması değil, sınıf uzlaşısını savunmasıdır. Reformizmden, kapitalizmi devrimci yoldan aşmaya ve sosyalizmi kurmaya çalışmasını beklemiyoruz elbette. Köklerini ve işçi sınıfının çıkarlarını savunmayı unutmasınlar, yeter. Gerisi zaten komünistlerin görevi…