Emperyalist ticaret savaşı ve Multilateralizm
Bu köşe yazısı 29 Ağustos 2018 tarihli Yeni Yaşam gazetesinde yayımlanmıştır.
Trump’ın ABD başkanı seçilmesi ve 2017 Ocak’ında göreve başlamasından bu yana emperyalist güçler arasındaki çelişkiler derinleşiyor. Özellikle Alman emperyalizmi, »Avrupacıların« Federal Hükümette ağırlık kazanmalarıyla, Trump’ın politik adımlarından mustarip olan diğer Batılı ülkeleri ABD’ne karşı yanına çekme çabalarına ivme kazandırdı. Her ne kadar Şansölye Merkel ön planda durmasa da, ABD ile »balanslı partnerliği güvence altına almak için, bir Çok Taraflılık İttifakına ihtiyacımız var« diyerek atağa geçen Dışişleri Bakanı Maas’ı desteklediğini vurguluyor.
Maas’ın görevdeki selefi ve Maas gibi »Avrupacı« sermaye fraksiyonlarına yakın duran Sigmar Gabriel de geçen Haziran ayında »emperyal esneme fazlalığı« gösterdiğini söylediği ABD’nin »siyasî ve iktisadî öncü rolünü korumak için diğer Batılı ülkeleri ekonomik açıdan zayıflatmaya çalışıyor« suçlamasını yapmıştı. Geçen Temmuz ayında Japonya ve Güney Kore’yi ziyaret eden Maas, en son Pazar günü Kanadalı meslektaşı Freeland ile Berlin’de bir araya geldi. Görüşme sonrasında verdiği demecinde, kurulması planlanan »Çok Taraflılık İttifakına« Güney Kore, Japonya ve Kanada’nın yanı sıra Meksika, muhtemelen de Arjantin, Avustralya ve Güney Afrika’nın katılacağını açıkladı.
Almanya’nın bu girişiminin ardında Trump yönetiminin çelik ve alüminyum ithalatı için yürürlüğe soktuğu gümrük cezaları ve otomobil ithalatı için düşündüğü yüksek gümrük vergileri duruyor. Sahiden de Berlin’in ilişkiye geçtiği ve AB üzerinden oluşturulması planlanan ittifaka sokulması düşünülen ülkeler istisnasız bu uygulamalardan olumsuz etkilenmekteler. Kanada ve ABD arasında NAFTA tartışmaları sürer ve Japonya »Transpasifik Serbest Ticaret Antlaşması« TPP’nin feshedilmesiyle sorunlar yaşarken, başta Almanya olmak üzere önde gelen AB ülkeleri ABD’nin Rusya ve İran’a yönelik yaptırımları nedeniyle ciddi zararlarla karşı karşıyalar. Trump yönetimi bir yandan Çin Halk Cumhuriyeti’ne, diğer yandan Rusya Federasyonu’na vururken, diğer yandan AB’nin patronu Almanya’yı da zayıflatmaya çalışıyor. İran yaptırımları Alman tekellerinin Ortadoğu’ya yayılma perspektiflerine sınırlama getirirken, Rusya’ya yönelik yaptırımlar Almanya’nın geleneksel »Doğuya yayılma« politikasını sekteye uğratıyor.
Alman emperyalizmi, ABD otomotiv sektörünün »zarar görebiliriz« itirazları nedeniyle Trump’ın tekrar çekmeceye soktuğu otomotiv ithalatı gümrüklerinden şimdilik kurtuldu. Ancak AB Komisyonunun yardımıyla AB’ndeki tekellere »ABD’nin İran boykotuna uymayı yasaklama« girişimi boşa çıktı. Çünkü AB tekelleri İran ile olası ticareti, hâlen ABD ile sürmekte olan milyarlarca Dolarlık ticarete yeğlemek istemiyorlar. Berlin bunun yanı sıra Trump yönetiminin, Rusya ile »Nord Stream 2« boru hattını inşa eden ve BASF tekeline ait olan Wintershall’e karşı yaptırım getirmesinden de çekiniyor. O açıdan, Trump’ın saldırgan korumacı politikalarından en fazla Alman tekellerinin zarar gördüğünü tespit edebiliriz.
Alman emperyalizminin derdi elbette sadece ABD’nin yaptırımları ve korumacı politikaları değil. Asıl stratejik hedef hâlâ AB çatısı altında emperyalist-kapitalist dünya düzeninin yönlendirici gücü olmak ve deniz aşırı piyasalar ile hammadde kaynaklarına engelsiz ulaşmak. Bu stratejik hedef, Türkiye’nin devamla Almanya’nın yanında kalmasını zorunlu kılıyor. 1915’de Şansölye Bothmann-Hellwig, »Önemli olan Türkiye’yi savaşın sonuna kadar yanımızda tutmaktır, bu uğurda Ermeniler mahvediliyor olsalar da« demişti. Bugünkü Alman egemenlerinin benzer bir söyleme tutunduklarını, Almanya’daki Kürt kurumlarına ve aktivistlerine yönelik politikalarında görüyoruz.