Asıl korkulması gereken Korona virüsü değil
2 Şubat 2020
Almanya burjuva basını Korona virüsü bağlamında öylesine bir hezeyana kapıldı ki, sormayın gitsin. »Yüzlerce ölü, binlerce hasta! Çinlilere güvenebilir miyiz?« gibi büyük puntolarla yeni virüs salgını dramatize ve skandalize ediliyor. Dahası, »dünya nüfusunun beşte birini oluşturan 1,4 milyar Çinli potansiyel bulaştırıcı olabilir mi?« ve tabii ki »Çin yönetimi gerçek sayıları saklıyor« benzeri soru ve tespitlerle kamuoyunda korku yaygınlaştırılıyor. Utanmasalar »virüslü sarı tehlike« başlığını atacaklar.
Magazin basın böylesi skandallarla uğraşırken, FAZ gibi ciddi (!) sermaye basını başka bir tehlikeye işaret ediyor: Alman tekellerinin Çin Halk Cumhuriyeti’ndeki üretim merkezlerinde üretkenliğin düşmesi ve daha da önemlisi, başta deniz yolları olmak üzere, küresel nakliyat zincirlerinin aksama riski! FAZ gazetesinin geçen Perşembe günkü sayısının ekonomi sayfaları, otomotiv ve teknoloji tekellerinin Çin Halk Cumhuriyeti’ndeki üretimlerinin durma tehlikesine ve mali piyasaların salgına »büyük kaygı« ile baktığına dikkat çeken haberlerle doluydu.
Alman tekellerini ve sermaye borazanlığı yapan burjuva basınını »kaygılandıran«, virüs nedeniyle yaşamlarını kaybeden insanlar değil elbette. Alman Sanayi ve Ticaret Odası DIHK şefi Martin Wansleben açıkça söylüyor işte: »Korona virüsü sadece Almanya ve Çin arasındaki ticari ilişkileri değil, aynı zamanda dünya çapındaki ticareti olumsuz etkileyebilir«. Gazete, milyarlık yatırımlarla kapasitesi artırılan Singapur havalimanının, Tayland’dan Japonya ve Avustralya’ya kadar otel, restoran ve alış merkezlerinin boş kaldığını bildirerek, Wansleben’i onaylıyor. Ama umut ışığı da yok değil hani: İlaç tekelleri şimdiden medikal maske, eldiven ve aşı satmak için kolları sıvamış durumda. Milyarlarca insanlık bir pazar onları bekliyor.
Siyaset sayfaları ise Hong Kong’daki gerici isyanı da işe katarak, Çin yönetimini suçlayan demagojik söylem geliştiriyor. 2002 Sars epidemisine atıfta bulunarak komplo teorileri geliştiriliyor, yaşamını yitirenler ve hastalananlarla en azından empati geliştirmek yerine, rafine bir ırkçılık üretiliyor.
Rosa Luxemburg 1912’nin Noel günlerinde Berlin’deki bir barınakta yüzlerce evsiz-barksız insanın zehirlenerek ölmesinden sonra, belediye doktorlarının ölülerin bağırsaklarında virüs aramalarını şu sözlerle eleştiriyordu: »Çürümüş balık yedirilerek yaşamını yitiren Lucien Szczyptierowski, aynı yeni yıl kartları ve altın yaldızlı saat zinciri alabilen her ücretli işçi gibi, proletaryanın varlığının bir parçasıdır. Evsiz-barksızlar için barınak ve polis gözaltısı, aynı Rayh Şansölye Sarayı ve Deutsche Bank gibi günümüz toplumunun sütunlarıdırlar. Ve belediye barınağında çekilen zehirli balık ziyafeti, milyonerlerin masasındaki şampanya ile havyarın görünmez altlığıdır. Tıp Konseyi beyefendileri zehirlenenlerin bağırsaklarında öldürücü virüsü ne kadar arar, ‘saf bakteriyel kültürleri’ ne kadar yetiştirirlerse yetiştirsinler; Berlinli barınak sakinlerinin ölümüne neden olan gerçek zehrin adı – saf kültürde kapitalist toplum düzenidir.«Rosa Luxemburg’un bu tespitini bugüne uyarlarsak; Korona virüsü karşısında paniklemeye gerek yok. Sağlığımızı nasıl koruyabileceğimizi, hastalık kapmamak için ne gibi önlemler alabileceğimizi ve virüs bulaştığında neler yapmamız gerektiğini çağdaş tıp ve bilim dünyası bize söylüyor. Korunmak olanaklıdır. Olanaklı olmayan şey ise, günümüzün sömürü dünyasının nelere kadir olduğunu bilip, hiçbir şey yapmadan sağlıklı kalabilmektir. Çünkü insanlığın asıl korkması ve acilen üstesinden gelmesi gereken asıl hastalık »saf kültürde kapitalist toplum düzenidir«. Çünkü kapitalizm sağlığa zararlıdır!