ABD’nin güncel Çin politikası üzerine (III)
24 Mayıs 2020
ABD öncülüğünde ÇHC’ne karşı geliştirilen saldırgan kuşatma politikası, ÇHC yönetiminin aynı şekilde siyasî-askerî araçlara ağırlık vermesine neden oluyor. ÇHC yönetimi, pandemi sonucu ortaya çıkan ekonomik daralmaya rağmen bu konuda kararlı olduğunu göstermeye çalışıyor. O açıdan Cuma günü Pekin’de başlayan Ulusal Halk Kongresinin gündeminde askerî harcamaların geçen yıla oranla yüzde 6,6 artırılma kararının yer alması bir tesadüf değil.
ÇHC yönetimi ABD ile ihtilafa girme konusunda uzun süre çekingen davranmıştı. Hatta dış ticaret diplomasisiyle hegemonik bir rol üstlenmek istemediği sinyalini vermiş ve kaynaklarını öncelikli olarak sivil gelişme ve yoksullukla mücadele için kullanacağını göstermişti. ÇHC’nin ekonomik gelişmesi, halkın satın alma gücünün artırılması, yoksullukla mücadeledeki başarıları ve on yıllardır herhangi bir savaşa girmemiş olması, bu politikasına inandırıcılık kazandırıyordu.
Ancak emperyalist güçlerin ihtilafçı politikaları ÇHC yönetimi içerisinde siyasî-askerî araçlara ağırlık verilmesi tandanslarını artırdı. Bunun sonucunda da askerî harcamalar 1991-2017 yılları arasında 22,4 milyardan 228,2 milyar Dolar’a yükseltildi. Gelen bilgiler harcamaların bu yıl 241 milyar Dolar’a çıkacağına işaret ediyor.
ÇHC’nin çabaları, dünya çapında 800’den fazla askerî üsse sahip ve 2020’de silahlanmaya 750 milyar Dolar yatıracak olan ABD emperyalizminin ve müttefiklerinin harcamalarıyla karşılaştırılamaz elbette. NATO üyesi ülkelerin silahlanmaya 2020’de toplam 1,2 trilyon Dolar ayırdıkları düşünülürse, ÇHC’nin 241 ve Rusya Federasyonu’nun 55,3 milyar Dolarlık silahlanma bütçelerinin bu asimetrik yarışta yetersiz kalacakları görülebilir.
Durum böyle olunca, ÇHC ABD’nin Pasifik’te hakimiyet kurma planlarına birbirine paralel birkaç adımla karşılık vermek zorunda kalıyor. Bir taraftan küçük ada devletleriyle ekonomik hiçbir getirisi olmayan, ama jeopolitik-jeostratejik değeri son derece yüksek ittifaklar kurarken, diğer taraftan da nakliyat yollarının çeşitlendirilmesine ağırlık veriliyor.
Örneğin büyük hammadde tedarikçisi olan ve ÇHC devlet tekellerine kendi likit doğalgaz üretiminde yüksek yatırım olanakları sağlayan Rusya Federasyonu’yla Pasifik, Kuzey Kutup Denizi ve Baltık Denizi üzerinden Avrupa’ya nakil yolları kurulmaya çalışılıyor. İklim krizi sonucunda Kuzey Kutup Denizi’nin ısınması, Avrupa’ya olan deniz mesafesini beşte iki kısaltacak bu alternatifi güçlendiriyor. Kaldı ki tamamen Moskova’nın kontrolü altında olacak bu hat ABD’nin çabalarını boşa çıkartma potansiyelini taşıyor.
Diğer taraftan ise, »Yeni İpek Yolu« olarak bilinen 950 milyar Dolarlık proje ile Avrasya ve Afrika’ya bağlantı sağlanmak isteniyor. Bu projenin, Batı ve Doğu Çin bölgeleri arasındaki müthiş eşitsizliği azaltma ve birikim fazlası sermaye rezervlerini değer kaybetme tehlikesinden koruma amacının yanı sıra, ihracat ve ithalatı deniz nakliyat yollarından ve nihâyetinde olası bir ablukadan bağımsızlaştırması beklenmektedir.
Görüldüğü gibi ÇHC, ABD’nin ve NATO müttefiklerinin askerî üstünlüğüne rağmen, »ABD-Çin-Ticaret Savaşı« görüngüsündeki Soğuk Savaşa karşılık verebilecek bir aktör konumuna gelmiştir. Asıl soru şu: Bu Soğuk Savaş ısınmadan daha ne kadar devam edecek ve vekalet savaşları yerine asiller sahaya ne zaman inecek? Tehlikenin boyutu budur.
Avrupa’nın bu ihtilafta nasıl bir pozisyon aldığı sorusu ise başka bir yazının konusu olsun…