Almanya’nın stratejik otonomi hayalleri
14 Şubat 2021
ABD’nin tanınmış siyaset simalarından Henry Kissinger’in bir zamanlar yaptığı »Almanya Avrupa için büyük, ama dünya için küçüktür« tespiti son günlerde burjuva medyasında sıklıkla alıntılanıyor. Bunun nedeni elbette Biden yönetiminin iş başına gelmesi ve güncellenen transatlantik iş birliği umutlarıdır. Almanya’daki sermaye fraksiyonlarının sözcülüğünü yapan medyanın, düşünce kuruluşlarının ve siyasi temsilcilerin yürüttükleri tartışmaların satır aralarına baktığımızda, karşı karşıya kalınan ikilem ve devasa meydan okumalara çözüm arayışlarındaki çaresizlik gözümüze çarpıyor. Tam bu noktada Transatlantikçiler ABD’nden stratejik otonomi koparma hayalindeki Avrupacılara Kissinger’in bu tespitini hatırlatıyorlar.
Aslına bakılırsa Transatlantikçi sermaye fraksiyonlarının Avrupacılardan daha gerçekçi oldukları söylenebilir. Ama bu bir şey değiştirmiyor, çünkü emperyalist-kapitalist dünya düzeninin yapısal çelişkileri ve bilhassa ABD ile Çin Halk Cumhuriyeti arasında keskinleşen ihtilaf, her iki kesim için de çözüm yollarını zorlaştırıyor.
ABD ile ÇHC’nin dünya çapındaki siyasi, iktisadi, teknolojik ve askeri etki alanı genişletme çabalarını içeren ihtilaf, bugüne dek olmadığı kadar Almanya’daki bütün sermaye fraksiyonlarını olumsuz etkilemektedir. Gerek Transatlantikçiler gerekse de Avrupacılar Biden yönetiminin »Çin’in iktisadi suiistimallerine ve saldırgan zorlamalarına karşı çıkacak, insan haklarına, fikri mülkiyete ve küresel hükümet yönetimine yönelik saldırılarını geri püskürteceğiz« açıklamasını, ısınmakta olan »soğuk« ihtilafın askeri çatışmaya dönüşme tehlikesini artırma girişimi olarak okumakta ve bu gidişatın aleyhlerine olduğunu görmektedirler.
Dünya ihracat şampiyonluğunu elde eden ÇHC’nin dünya piyasalarındaki payını Pandemi koşullarına rağmen yüzde 14,5’e yükseltmesi, Alman emperyalizmini ABD emperyalizmi kadar rahatsız etmiyor. Tam aksine, ÇHC ekonomisinin büyümesi, ÇHC’nin artan makine ve araç ihtiyacını karşılayan Alman ve Fransız ekonomilerine yarıyor. Washington ise gerek bu durumu gerekse de Alman ve Fransız tekellerinin ÇHC’ndeki büyük yatırımlarını kendi hedefleri açısından ciddi sorunlar olarak görüyor.
O açıdan Trump’ın bıraktığı toplumsal ve kültürel ayrışmaları, Pandeminin yol açtığı sorunları ve dünya çapındaki güç kaybını aşma çabasında olan Biden yönetiminin Avrupa’nın istediği yeniden yakınlaşmaya, söylemde sıcak bakıyor olsa da Pasifik siyaseti nedeniyle pratikte yanaşması pek kolay olmayacak gibi görünüyor. Dahası, Biden yönetimi aynı Obama ve Trump dönemlerinde olduğu gibi, Avrupa’nın ÇHC konusunda kendilerinden bağımsız bir ajanda geliştirmesini engellemekte kararlı.
Alman emperyalizmi ABD-ÇHC ihtilafından doğan ikili baskıyı hafifletmek ve hareket alanını genişletmek için, ABD ve AB arasındaki tartışmaları ertelemeyi ve Fransa ile birlikte »AB-ABD-ÇHC Üçgenine« yönelik bir AB müzakere stratejisinin geliştirilmesini öneriyor ve AB’nin ÇHC’ne karşı ikili strateji uygulamasını savunuyor. Yani bir taraftan ÇHC ile olan iktisadi ve ticari ilişkilerin geliştirilmesini, ama aynı zamanda da uluslararası kurumlar üzerinden Batılı ülkelerin ortak adım atmasını öneriyor. Örnek olarak da »Çin tarafından zorlanan teknoloji transferi ve hırsızlığı nedeniyle« AB, ABD ve Japonya’nın Dünya Ticaret Örgütünde orta dava açabilecekleri gösteriliyor.
Berlin’den yapılan önerilerin Washington’da ne kadar duyulduğu henüz pek belli değil. Belli olan Alman emperyalizminin çaresizliği, ki tarihsel deneyimler Alman emperyalizminin çaresizlik ve kimi hayallerinin ne denli kötü sonuçlara yol açabileceğini gösteriyor… Haftaya devam edelim.