Angela Merkel’in geleceği
Bu köşe yazısı 21 Ekim 2017 tarihli Yeni Özgür Politika ve Özgürlükçü Demokrasi gazetelerinde yayımlanmıştır.
Aşağı Saksonya eyalet parlamentosu seçimlerinin ardından başlayan koalisyon görüşmeleri, CDU içerisinde Şansölye Merkel’e yönelik eleştirilerin dozunu azaltamadı, aksine »Merkel’den sonra ne olacak?« sorusunun daha sık ifade edilmesine yol açtı. Aslına bakılırsa burjuva medyasının kişilere indirgeyerek haberleştirdiği bu tartışmalar, arka plandaki sorunlar kazanının fokurdamaya başladığına işaret ediyor. Bu arka planı incelemek, Merkel’in geleceği, dolayısıyla »Jamaika koalisyonunun« ömrü hakkında bazı bilgiler verecektir.
Kontrolü altındaki AB ve Euro Bölgesi aracılığıyla ve »Ajanda 2010« politikalarıyla yaratılan düşük ücret cenneti sayesinde gerçekleştirilen ekonomik büyümeyle tüm diğer (kendisinden zayıf) ekonomiler üzerinde hakimiyet kuran F. Almanya’nın, hâlihazırda Avrupa’nın en etkin ve dominant emperyalist gücü olduğuna şüphe yok. Uzun vadede de öyle kalacak. Buna rağmen 1970’li yıllardan beri dayatılan neoliberal modeli içine düştüğü krizden çıkarmayı ve sürdürülebilir hâle getirmeyi güçlü F. Alman emperyalizmi de başaramıyor.
Etkileri hâlen devam eden ve çoklu kriz ortamları yaratan 2007 dünya malî ve ekonomik krizinin bu durumun ortaya çıkmasında büyük payı var. 2007 krizinin en önemli özelliği, sermaye fazlalığını yok edemeyen veya en azından değersizleştiremeyen küresel bir kriz olmasıdır. O açıdan kapitalizm için tipik bir üretim fazlası ve kronik birikim fazlalığı krizi olan 2007 krizi, 1930’lu yılların buhranına ve 1970’lerdeki derin kırılmalara yol açan kriz yıllarına benzemektedir.
Emperyalizmin merkez ülkeleri mali piyasaların çöküşünü devasa kamu kaynakları ile engelleyebilmişlerdi. Aynı zamanda eşik ülkelerinde devam eden birikim süreci, ama bilhassa Çin’in dünya piyasalarına açılması, krizin etkilerini hafifletebilmişti. Gene de bugün sürmekte olan kriz ortamı ABD emperyalizmini olumsuz etkilemeye devam etmektedir, ki bu da emperyalist güçler arasındaki çelişkilerin derinleşmesine yol açmaktadır. Emperyalist güçler bu iç çelişkileri silahlanmaya ayrılan bütçeleri yükselterek, militarizmi ve dünya çapında müdahale savaşlarını körükleyerek çözmeye çalışmaktadırlar.
Böylesine bir ortamda kurulmakta olan F. Hükümetin hem ülke içinde neoliberal modelin devamlılığını sağlayan, hem AB’nin çözülmesini engellemeyi hedefleyen, hem de Fransa ile birlikte ABD emperyalizmi karşısında F. Alman tekelci sermayesinin çıkarlarını kollayan politikalara devam etmesi gereklidir. Nihâyetinde, »Jamaika koalisyonu« da, ırkçı AfD’nin baskısı ve muhalefetteki SPD’nin üstü kapalı desteğiyle içeride demokratik ve sosyal hakları kısıtlayan, toplumu bölen, ırkçılığı körükleyen, dışarıda ise daha saldırgan ve yaptırımcı bir politika izlemek zorunda kalacaktır. Ancak tam da bu politikalar iktidar meşruiyetini sorgulayan ve zenginliğin dağılımından daha çok pay isteyen direnç mekanizmalarını tetiklemeye devam edecektir. Bu ise toplumsal rıza yaratılmasını zorlaştıracaktır. Merkel’in şahsında yürütülen tartışmalar, özünde toplumsal rızayı sağlayacak geniş taban hükümeti isteminin tercümesidir. O açıdan, 2020’den sonra yeni bir lider ve yeniden büyük koalisyonla karşılaşmamız büyük bir olasılıktır.