Diaspora psikolojisi
Bu köşe yazısı 14 Nisan 2018 tarihli Yeni Özgür Politika gazetesinde yayımlanmıştır.
Resmen ilân edilmemiş Üçüncü Dünya Paylaşım Savaşının kızıştığı bugünlerde bir hayli analiz okumak mümkün. Elbette, emperyalist güçlerin ve bölgedeki diğer aktörlerin karar alma merkezlerinde hangi kararların alındığı, gizli diplomaside görüşmelerin nasıl yürütüldüğü kamuya açık olmadığından, olasılıklar üzerine tahmin yürütmek pek kolay değil. O nedenle, tahmini analiz yerine, yanıtlamamız gereken asıl soruya odaklanmak en doğrusu olacaktır.
Kürdistan ve Türkiye’deki devrimci-demokratik güçlere akıl vermeye çalışmadan, »burada ne yapmalıyız« sorusunu acilen yanıtlamamız gerekiyor. Bunun içinse, bugüne dek gerçekleştirilen eylem ve ittifak pratiğini masaya yatırmalıyız.
Yanlış anlaşılmamak için: Eleştirimiz aynı zamanda bir özeleştiridir. Gerek örgütleyicilerin, gerekse de katılımcıların iyi niyetlerinden zerre kadar da şüphemiz yok. Ancak bilindiği gibi, »cehenneme giden yollar iyi niyet taşlarıyla döşelidir«. Türkiye’de açık faşist diktatörlüğün inşa edildiği, Kürdistan’a yıkımın dayatıldığı ve Suriye üzerinden ABD ve Rusya arasında sıcak çatışma riskinin arttığı bir dönemde iyi niyetli çabalar yeterli değildir.
Bir kere Avrupa’da da özsavunma mekanizmaları gözden geçirilmelidir. İster Kürt kurumları olsun, isterse de Türkiyeli devrimci örgütler, hiç birisi güvende değildir. AB’nin açık desteğini alan AKP-Saray-Rejiminin burada da, yargısız infaz dahil, çeşitli sindirme planları yaptığı bilinmektedir. Cinayet girişimlerinin Alman mahkemelerine konu olduğunu unutmayalım.
Aynı şekilde Türkiyeli göçmenler arasında kriminel yapıların örgütlenmesine hız verildiğini görüyoruz, ki »Osmanen Germania« vb. yapılar buz dağının görünen kısmıdır. Böylesi bir ortamda, »Avrupa’da buna izin verilmez« düşüncesine kapılmak büyük yanılgı olacaktır. Avrupalı hükümetlerin Paris Katliamındaki rolünü de unutmamalıyız.
Diğer yandan eylem ve ittifak pratiğine baktığımızda, »iş yapmış gibi görünmek için iş yapıldığı« görüntüsünü tespit etmek durumundayız. Kamuoyu çalışmaları, kendi kendimize ajitasyondan ileriye gidemiyor ne yazık ki. Deyim yerindeyse »platformlar enflasyonu« ile karşı karşıyayız. Aynı bileşenler, yeni »platformların« kurucusu oluyor ve aynı zamanda her eylemde birlik değil, bileşen değilmiş görüntüsü veriyorlar. Komisyonlar toplantı yoğunluğundan iş yapmaya vakit bulamıyorlar. Bilhassa HDK-Avrupa güdük kalıyor. Kürt kurumlarının bir türlü »HDK’lileşemeyen« kimi yöneticilerinin »diplomasi« zannedilen »ağabeylik« tavırları ve kimi devrimci bileşenin HDK’yi »eylem birliğinden« farklı görmemesi, bu güdüklüğe yol açan nedenlerden bazıları.
Halbuki bugün olması gereken, ortak hedefler için ortak mücadeleyi örmek, birlikteliği genişletmek, bilhassa yaşanılan ülkelerin emek, demokrasi ve sosyalizm güçlerinin bir parçası olmak, birleşik mücadelenin ifadesi olan HDK-Avrupa’yı güçlü, kamuoyu oluşturabilen, Kürdistan ve Türkiye demokrasi güçleriyle dayanışmayı yükselten, Avrupa siyasetine müdahale edebilen bir yapı hâline getirmek için çaba göstermektir. Nihâyetinde bugüne kadarki pratiğin yetersiz olduğunu görüp, doğru ve gerekli bir strateji geliştirmektir. Ancak tüm bunların düşünülebilmesi için asıl ivedi olan ise, şu meşum diaspora psikolojisini aşmak ve günün gereğini yerine getirmektir.