Egemenlerin sahte Kudüs sevdası
Bu köşe yazısı 9 Aralık 2017 tarihli Yeni Özgür Politika ve Özgürlükçü Demokrasi gazetelerinde yayımlanmıştır.
Trump’ın »Jerusalem üç bin yıldır Yahudilerin ve yetmiş yıldır da İsrail’in başkentidir« açıklamasından sonra, gerek emperyalist güçler, gerekse de bölge güçleri arasındaki tartışmalar alevlendi. Arapçada »Al Quds«, İbranicede »Yeruşalayim« olarak adlandırılan Kudüs uluslararası camiayı uzun zamandır ilgilendiriyor. İsrail Doğu Kudüs’ü 1967’de Ürdün’den aldıktan sonra, Temmuz 1980’de »Jerusalem Yasasıyla« bir »bütün olarak İsrail başkenti« olarak ilân etti, ancak BM Güvenlik Konseyi aynı yıl, ABD’nin çekimser kaldığı bir kararı alarak, tüm üyelerini »elçilikleri Kudüs’ten çekmeye« çağırarak, uluslararası hukukun zedelenmesine karşı çıkmasını istemişti.
Aslına bakılırsa, Trump İsrail’in 1967’den bu yana süren fiili durumu resmîleştirdi. İsrail devleti, Doğu Kudüs’ü mütemadiyen çember içerisine alarak, »hükümranlık alanı içerisinde« olduğunu savunuyor. Yaser Arafat da 2002’de Kudüs’ü »Filistin’in ebedî başkenti« olarak tanıyan bir yasayı imzalamıştı. BM’in 29 Kasım 1947 tarihli »Bölünme Planı« bir tarafta iki devletli çözümü öngörerek, Kudüs’ün özel statü altında tutulmasını kararlaştırmış olmasına güvenen Filistinliler yıllar içerisinde belirleyici olanın BM kararları değil, emperyalist stratejiler olduğunu acı bir şekilde öğrenmek zorunda kaldılar.
Peki, şimdi ne olacak? Yanıtı basit: ABD’nin büyükelçiliğini Kudüs’e taşıması, ki sahiden böyle bir adımı atacaksa, uzmanların görüşüne göre en az sekiz yıl sürecek. AB ülkeleri yaptıkları bir açıklamada büyükelçiliklerini Tel Aviv’de tutacaklarını vurguladılar. Arap despotları ise yanaklarını şişirmekten başka bir şey yapmayacaklar, çünkü tepkileri sahte. Zaten Suudiler başta olmak üzere, bir çoğu İsrail ile ortaklığı yıllardır sürdürüyor. Türkiye’nin tepkisi ise, içe dönük retorik ve uluslararası siyasette bir karşılığı olmayan söylemden ibaret. Hamas ve FKÖ’nün kendi içlerinde yürüttükleri egemenlik çatışmasının Filistin Davasına nasıl bir etkide bulunacağını tahmin etmeye gerek yok. Sonuçta her taraftaki egemen sınıflar Kudüs sorununu ve Filistin davasını kendi çıkarları için kullanmaya çalışacaklar.
Bu arada asıl dönüşüm İsrail’de gerçekleştiriliyor ve bilumum Müslüman liderler bu dönüşüme sessiz kalıyorlar. İsrail hükümetinin Kneset’te kabul ettirdiği yeni anayasa İsrail’i »Yahudi halkının ulus devleti« olarak ilân ediyor. Anayasa »ulusların kaderini tayin hakkının sadece Yahudiler için geçerli olduğunu« ilân ve Yahudi olmayan İsrail vatandaşlarını ikinci sınıf yurttaş olarak tayin ediyor. İsrail Adalet Bakanı Ayelet Shaked Ağustos ayında Kneset’te yaptığı bir konuşmada »ulusal ve Siyonist değerlerimiz mutlak gerçektir« diyerek, İsrail’in bir Apartheid devleti olduğunu kanıtlamıştı. İsrail’in »Yahudi ulus devleti« olmasına ses çıkartmayan, askerî ve ekonomik işbirliğini geliştiren, »Filistinli kasabı« dedikleriyle stratejik partnerliklere giren Türkiye ve Arap despotlarının Kudüs sevdası fazlasıyla sahte. Dahası, İsrail’in bir dinî ulus devlet hâline dönüşmesini ilgiyle izliyorlar, çünkü aynısını kendileri gerçekleştirme amacındalar. Özcesi, Kudüs hepsi için bir egemenlik aracından fazlası değil, ne kadar timsah gözyaşı dökerse döksünler, bu gerçeği gizleyemezler.