Irkçılık nedir?
Bu köşe yazısı 22 Aralık 2018 tarihli Yeni Özgür Politika gazetesinde yayımlanmıştır.
Özgür basının ve özellikle ona gönüllü katkıda bulunan devrimci-demokrat köşe yazarlarının temel görevi, bilgilenme olanakları egemenlerce ellerinden alınmış ezilen ve sömürülen kitlelerin bilgiye ulaşmasına, sosyopolitik ve ekonomik gelişmelerin arka planında yatan nedenleri görmelerine yardımcı olmaktır. Görevin hakkınca yerine getirilebilmesinin ön koşulu da, kalem sahibinin uzmanlaştığı konularda katkı sağlamasıdır. Böylelikle farklı uzmanlık alanlarından bakışla hem belirli bir çeşitlilik, hem de resmin tamamını gösteren bir temel çerçevenin oluşturulması sağlanabilir.
Çeşitlilik elbette, parti organları veya ideolojik yayınlardan farklı olarak, asgarî müştereklerde birleşen görüş çeşitliliği anlamına da gelir, ki özgür basın takipçileri indoktrinasyona uğramadan kendi görüşlerini kendileri oluşturabilsinler. Ancak görüş çeşitliliği ve farklı bakış açıları da, tanım ve kavramları bilimsel olarak kanıtlanmış içeriklerinden kopartıp, istenildiği gibi kullanma özgürlüğü anlamına gelmez. Örneğin »daire köşelidir« derseniz, bu farklı görüş değil, saçmalıktır.
Daha somut bir örnekle açıklamaya çalışalım: Irkçılık. Gerek sosyal medyada, gerekse de özgür basında bu kavramın enflasyonist biçimde kullanma yatkınlığı yaygın – kavram tek başına hiç bir şeyi, sadece içeriğini değil, nasıl mücadele edilmesini de açıklamamasına rağmen.
Irkçılık konusunda genellikle kolaycılığa kaçılmakta, hastalık veya ruhsal bozukluk olarak gösterilmektedir. Hatta belirli bir etnik grup – çoğunlukla Almanlar veya Türkler, veyahut sonradan öyle olanlar – kast edilerek, ırkçılığın kalıtsal olduğu, yani ebeveynlerden çocuklara geçtiği dahi iddia edilebilmektedir. Kimi gelişmelere, bilhassa katliamlara ve baskıcı politikalara duygusal tepki anlaşılır olsa da, bilinmelidir ki, buna bilimde »tersinden ırkçılık« tanısı konmaktadır.
Halbuki ırkçılık soyut bir olgu değil, somut ve nihâyetinde devlet şiddetinde cisimleşen bir egemenlik aracıdır. Irkçılık ve ırkçı nefret, kişinin veya toplumların iyi veya kötü olmalarına değil, egemen mülkiyet ve iktidar ilişkileri üzerine kuruludur. Irkçılığın ortaya çıkmasına, yayılmasına ve geniş kitleleri esaret altına almasına neden olan koşullara dokunmadan, ne ırkçılık, ne de ırkçılığa karşı mücadele biçimleri anlaşılabilir. Irkçılığı belirli bir etnik grubun veya herhangi bir ulusun karakteristik özelliği olarak göstermek, istemeden olsa da, yanıltıcı ve hedef şaşırtıcıdır. Aslolan, ırkçılığın maddi koşullarını ortadan kaldırmaktır.
Alman filozof ve sosyolog Max Horkheimer bilimsel birikimine dayanarak, »Kapitalizmden bahsetmek istemeyen, faşizm hakkında da susmalıdır« tespitini yapmıştı. Alman faşizmi için geçerli olan bu tespit, Türk faşizmi için haydi haydi geçerlidir. Maraş’ın, 19 Aralık katliamının, Roboski’nin yıl dönümünü yaşadığımız bugünlerde kin duyulacaksa eğer, en sağlıklısı sınıf kinidir. Çünkü sınıf kini, ezilen ve sömürülenleri evcilleştirilmiş topluluk olmaktan çıkartır, insanı insan yapan adalet ve onur duygusunu keskinleştirir, insana dair sevgiyi büyütür ve insanı »esirleştiren, hor görülen ve sömürülen bir varlık hâline getiren« her türlü koşulu ortadan kaldırmak için mücadele cesareti verir.