Karadeniz’de gerilim sarmalı
Avrupa Birliği, ABD, Ukrayna ve Rusya Federasyonu arasındaki gerilimler üzerine
Hiç kuşku yok: savaş tehlikesi, aynı Soğuk Savaşın sertleşen dönemlerinde olduğu gibi, her gün daha da artmakta. Özellikle Ukrayna ihtilafı ve Batılı emperyalist güçlerin Ukrayna’yı NATO üzerinden kullanma girişimleri ve ABD emperyalizminin Rusya’yı NATO üyesi ülkelerle kuşatma stratejisi, Avrupa’nın da kendisini hemen içinde bulacağı bir sıcak savaşı reel tehlike hâline getiriyor. Burjuva medyasının şiddetini artırarak hızlandırdığı Rusya karşıtı propaganda yaygın kamuoyu görüşü hâline getirilmeye çalışıyor. Rusya Federasyonu’nun reaksiyon olarak ordusunu güçlendirmesi, Ukrayna ve AB sınırlarına birlikler yerleştirmesi, genel olarak durumun ne denli tehlikeli hâle geldiğine işaret ediyor. Ukrayna ise NATO üyesi olma girişimleri ve nükleer cephaneye kavuşma arzularını ifade ederek yangına körükle gidiyor.
ABD Başkanı Biden’in, Rusya Federasyonu Başkanı Putin’i »katil« olarak nitelendirmesi ve tüm NATO üyesi ülkelerin desteğini alarak Rusya’ya karşı yeni yaptırımlar ilân etmesi, gerginliği artırıyor. Ve böylelikle Biden yönetimi, daha önceleri yaptığımız »Biden, Trump’tan daha saldırgan bir politika izleyecek« tespitimizi teyit ediyor. Nisan ayı ortasında on Rus diplomatını sınır dışı eden, ABD’li teknoloji şirketlerine Rusya ile ticareti yasaklayan ve Rus gizli servisinin »Taliban güçlerine ABD askerlerini öldürmeleri için kafa parası verdiğini« iddia eden Biden yönetimi, yaptırımların kısa zamanda Rusya’nın mali sektörüne de yöneltileceğini açıklayarak, gerilim sarmalını tırmandıracağını gösteriyor.
Gerçi Alman emperyalizmi Ukrayna ihtilafı ve Biden yönetiminin Rusya Federasyonu ile Çin Halk Cumhuriyeti’ne yönelik saldırgan tutumları nedeniyle belirli bir ikilem içerisinde, ancak Almanya’da siyaseten güçlenen Transatlantikçi sermaye fraksiyonları ABD’nin yaptırım politikalarına destek çıkarak, Almanya’nın da daha şahin bir çizgi izlemesini dayatıyorlar. Savaş kışkırtıcısı eski Dışişleri Bakanı Joseph Fischer’in izini takip eden Federal Dışişleri Bakanı Maas her ne kadar Rusya’ya karşı »yumuşak bir söylem« kullansa da Federal Savunma Bakanı Kramp-Karrenbauer ile birlikte Almanya askeri-sınai kompleksinin ve silah tekellerinin sözcülüğünü yapıyor. Bu yıl Eylül ayında yapılacak olan Federal Parlamento Seçimlerinin ardından Transatlantikçi Yeşiller partisinin iktidar ortağı olacağı düşünülürse, Alman emperyalizminin Rusya politikasının ABD’nin paralelinde sertleşeceği söylenebilir.
»Defender Europe 21« manevrası
Güncel olarak baktığımızda savaş tehlikesinin ne kadar reel olduğunu mart ayından beri devam eden NATO Defender Europe 21 askeri manevrasından görebiliriz. NATO üyesi 21 ülke ile Bosna-Hersek, Gürcistan, Kosova, Moldavya ve Ukrayna’nın toplam 28 bin asker ile yürüttükleri askeri manevra Güneydoğu Avrupa ve Karadeniz Bölgesinde 21 Mart 2021’de başladı ve haziran ayına kadar devam edecek. NATO, Defender Europe 21 ile üye olmayan devletlerin ordularını da askeri yapısı içerisine sokuyor. Geçen yıl Baltık Denizinde »olası Rus saldırısına karşı« yürütülen manevranın bu yılki hedefi gene »olası Rus saldırısıydı«. NATO ve Rusya arasında zaten Baltık Denizine ve Rusya sınırına konuşlandırılan askeri birlikler nedeniyle artan gerginlik, Güneydoğu Avrupa ile Karadeniz Bölgesinin manevra alanına dönüştürülmesiyle azalmayacak gibi görünüyor.
Defender Europe 21 çerçevesinde emekli general ve ABD ordusunun eski Avrupa kumandanı Ben Hodges’in hazırladığı »Rusya’nın Karadeniz’de zayıflatılması için on iki adım planı« başlıklı strateji belgesi gerginliğin alacağı yön açısından bazı ipuçları veriyor. »Rusya ile Çin’in Karadeniz Bölgesinde artan etkileri, Batının Ortadoğu, Akdeniz ve Güneydoğu Asya’daki geniş çıkarlarını zedeliyor« diyen Hodges, Karadeniz’in »liberal demokrasi ile otokrasi arasında sınır oluşturduğunu« ve »Rusya’nın askeri, Çin’in mali saldırganlığı nedeniyle Batının Karadeniz Bölgesinde ikili tehdit ile karşı karşıya kaldığını« iddia ediyor.
NATO’nun Karadeniz’de »inisyatif kazanması için« oluşturulan plan, atılması gereken adımları öneriyor. Öncelikle Rusya’nın Karadeniz’deki etkisinin Baltık Denizindekinden daha yüksek olduğunu tespit eden Hodges, »NATO’nun buna rağmen Karadeniz’i kontrolü altına almasının olanaklı olduğunu« vurguluyor. Bu nedenle NATO’nun, Rusya’nın Karadeniz’i »istediği gibi engelsiz kullanabilmesinin önüne set çekmek için yetilerini geliştirmesi« ve »bir dizi ideolojik, siyasi, iktisadi ve askeri tedbirler almasının zorunlu olduğu« belirtiliyor. Aynı Baltık Denizinde olduğu gibi, »NATO’nun Karadeniz’deki askeri varlığını manevra frekanslarını artırarak güçlendirmesini« öneren Hodges, NATO’nun bölgedeki yönetim yapılarını ve NATO birliklerinin »hızlı ve etkin biçimde konuşlandırılmasını sağlamak için, bölgedeki altyapının güçlendirilmesini« gerekli görüyor.
NATO çevrelerinde »uygun bir strateji« olarak tanımlanan plan ABD’nin Ukrayna ile birlikte her yıl gerçekleştirdiği »Sea Breeze« askeri manevrasının Defender Europe manevralarının hacmine genişletilmesini ve »Polonya ve Romanya’dan, Moldavya üzerinden Ukrayna’ya birliklerin naklini kolaylaştıracak askeri manevraların yapılmasını« önermekte. Ayrıca NATO’nun Rusya’nın Karadeniz Donanmasını »zararsız kılacak yetilere kavuşturulması« ve »hibrid savaş yeteneklerinin kazanılması« isteniyor. Gürcistan’ın »hemen« NATO üyeliği için başvurması, Ukrayna’nın en kısa zamanda »resmi ittifak üyesi« yapılması ve Sırbistan ile henüz üyeliğe alınmamış olan Güneydoğu Avrupa ülkelerinin kesintisiz biçimde »Batının etkisi altındaki yapılara entegre edilmeleri«, önerilen diğer adımlar arasında. Hodges bununla birlikte Batıdaki özel yatırımcıların Rusya’nın bölgedeki etkinliğini »ekonomik açıdan zayıflatmalarının« ve bölgedeki »Çin ve İran etkisine karşı bir kale oluşturmaya çalışmalarının« Karadeniz’deki »güvenlik açığının kapatılması için« zorunlu adımlar olduğunu vurguluyor.
Ukrayna’nın sabotaj stratejisi
Emperyalist güçlerin gerilimi artırmaları en başta Ukrayna egemenlerinin işine geliyor. Batılı ülkelerin Rusya’ya »Minsk Antlaşmasına uymuyorsun« suçlamasını yöneltmeleri, Ukrayna’nın boykot ve sabotaj stratejisini perdelemeye yarıyor, çünkü Minsk Antlaşmasına 2015’ten bu yana asıl uymayan bizzat Ukrayna. Örneğin Antlaşma Ukrayna’nın anayasasının Donesk ve Lugansk bölgelerine otonomi tanıyacak biçimde değiştirilmesini öngörüyordu. Aynı şekilde iki Halk Cumhuriyetinin yurttaşlarına Ukrayna tarafından af çıkartılması üzerine anlaşılmıştı. Ukrayna bugüne dek bunları gerçekleştirmedi.
Dahası Ukrayna hükümeti Minsk Antlaşmasının kendileri için herhangi bir avantaj getirmediği söyleyip kamuoyunun Antlaşmaya karşı tavır almasını sağlamaya çalışıyor ve her defasında yeni talepler öne sürüyor. Antlaşmaya göre Donesk ve Lugansk’daki seçimler sınır kontrolü Ukrayna’ya geçmeden önce yapılması gerekiyordu. Ancak Kiev, Rusya ile Donesk ve Lugansk arasındaki sınırın Ukrayna güçlerinin kontrolü altına alınmadan seçimlerin engellenmesini istiyor. Halk Cumhuriyetlerine yönelik bombardımanlar aralıklarla sürüyor ve Ukrayna ordusunun Kırım’ın kuzeyindeki Cherson Bölgesinde 23 Nisan 2021’de başlayan askeri manevrası devam ediyor.
Ukrayna Başkanı Selenski’nin 25 Mart 2021’de imzaladığı yeni »Ukrayna Askeri Doktrini« Ukrayna ordusunun »yurt içinde yabancı güçler tarafından provoke edilen ve desteklenen çatışmalara müdahalesini« meşru gördüğünden ve Halk Cumhuriyetleri, oradaki halkın Kiev’deki milliyetçi-faşizan rejime karşı ayaklanarak kurdukları yapılar olarak değil, Rusya’nın girişimi ile gerçekleştirilen bölücülük olarak kabul edildiğinden, Donesk ve Lugansk’ın işgal edilmesini yasal olarak tanımlıyor.
Ancak doktrin, Ukrayna’nın Rusya ile »askeri güç eşitliğini« sağlayacak parası olmadığını tespit ederek, »Ukrayna toprakları üzerinde devam eden savaşın ancak Ukrayna’yı destekleyen uluslararası güçlerin katılımıyla sona erdirilebileceğini« belirtiyor. Kiev böylelikle açıkça Batılı ülkeleri Rusya ile savaşa çekmeye çalışan bir askeri strateji izliyor. Doktrine göre bu strateji »Ukrayna’nın Rusya Federasyonu ile olan jeopolitik çatışmasında uluslararası toplum tarafından siyasi, iktisadi ve askeri desteği olduğu takdirde« başarıya ulaşabilecek. Kiev bu desteği alabilmek için şimdiden »Nükleer silahların kullanıldığı bir uluslararası askeri ihtilaf durumunda Ukrayna mücadeleye hazırdır« sözünü vererek, emperyalist güçlerin taşeronu olmaya hazır olduğunu ilân ediyor. Ancak Ukrayna’nın bu boykot ve sabotaj stratejisi, Avrupalı emperyalistlerin kendi aralarındaki ve ABD ile olan çıkar çatışmaları nedeniyle henüz başarılı olamıyor. Ama her halükârda savaş tehlikesini artıran bir tavır olarak var olmaya devam ediyor.
Türkiye’nin rolü
Ukrayna gibi benzer bir tavır sergileyen ülke de NATO üyesi Türkiye’dir. AKP-Saray-Rejimi, Rusya ile ayakta tuttuğu tüm ilişkilere rağmen Ukrayna’nın yanında taraf olmaya devam etmektedir. Nisan ayı ortasında Ukranya Başkanı Selenski ile bir araya gelen AKP Başkanı Erdoğan, Ankara’nın »Kırım işgalini kesinlikle kabul etmeyeceğini« söyleyerek, Ukrayna’ya destek çıkmıştı. Ancak AKP-Saray-Rejiminin bu desteğinin öncelikle daha çok faydacı bir tavır ve Rusya ile olan ilişkilerde kullanılmak istenilen bir koz olarak okunması gerekmektedir. AKP-Saray-Rejiminin »dindaş« olarak gördüğü Kırım Tatarlarını gerekçe göstererek verdiği desteği, bilhassa silah teknolojileri ve ticareti konusundaki iş birliği için kullandığı biliniyor. Ukrayna Savunma Bakanlığının verdiği bir bilgiye göre, iki ülke Aralık 2020’de imzalanan ortak savaş gemileri inşası, İHA ve SİHA satışları ile uçak sanayi projeleri antlaşmasını realize etmek için çabalarını artırmış durumdalar.
Örneğin Ukrayna Türkiye’den 48 adet »Bayraktar TB2« tipi silahlı insansız hava araçlarını, cephaneleri ve kontrol istasyonları ile birlikte almak için bir sözleşme yapmış durumda. Bu çerçevede Türkiye’nin imal ettiği İHA ve SİHA’larına gereken dron parçaları için Almanya, Avusturya ve Kanada’ya olan bağımlılığının, Ukrayna’nın üreteceği İHA ve SİHA motorları sayesinde azaltılması öngörülüyor. Yapılan »Joint Venture« antlaşmasına göre Ukrayna »Bayraktar« İHA ve SİHA’larını kendisi imal edebilecek ve aynı zamanda Türkiye’de üretilen »Akıncı« adlı saldırı dronlarının motorlarını Türkiye’ye satacak. Böylelikle Ukrayna, halihazırda Avrupa veya ABD’nden çeşitli nedenlerden dolayı henüz satın alamadığı silahları Türkiye üzerinden temin edebilecek.
Türkiye’nin rolü konusunda ilginç olan bir konu, AKP-Saray-Rejiminin Rusya’ya karşı Büyük Britanya kartını kullanıyor olmasıdır. Büyük Biritanya gizli servisi MI6 Başkanı Richard Moore’un AKP Başkanı Erdoğan ile dolaysız bir bağlantısı olduğu biliniyor. Geçen yıl Londra’yı ziyaret eden Selenski de Moore ile bir görüşme yapmış ve Türkiye ile olan ilişkileri için destek istemişti. Basına yansıdığı kadarıyla Erdoğan ve Selenski arasındaki sıcak ilişkinin kurulmasında Moore hayli çaba göstermiş. Görüldüğü kadarıyla AKP-Saray-Rejimi olanaklı olduğunca farklı ilişkiler kurarak, Ukrayna ihtilafını körükleyen bir aktör olmaya ve bu şekilde çıkar çatışmalarından faydalanmaya çalışıyor.
Ancak bunun hayli tehlikeli bir oyun olduğunu vurgulamamız lazım. Çünkü Ukrayna ve Türkiye’nin bu faydacı ilişkileri karşısında Rusya’da da bazı kesimler Putin yönetiminden Ukrayna’ya karşı harekete geçilmesini talep ediyorlar. Örneğin tanınmış Rus siyaset bilimcisi ve Ukrayna uzmanı Rostilow İsçenko Putin yönetimine daha fazla beklenilmemesini ve hemen askeri tedbirlere başvurulmasını öneriyor. İsçenko, »Ukrayna var olduğu müddetçe Rusya karşıtı provokasyonların bir alanı var olmaya devam edecek« tespitinde bulunduğu analizinde, »ABD’nin önünde sonunda Kiev’i Rusya ile savaşmaya zorlayacağını«, ancak o zaman »durumun Rusya için şimdiki kadar uygun olmayacağını« belirtiyor. Nihâyetinde Rusya’da da milliyetçi ve şoven akımlar taraftar kazanıyor.
Sonuç yerine
Türkiye ve Ukrayna’daki egemen sınıflar AB, ABD, Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti gibi güçler arasındaki etki alanı ve çıkar çatışmalarından faydalanmak istiyorlar, ancak her iki ülkenin de bu »Büyük Oyunda« birer piyon olmaktan fazla şansları yok. Çünkü söz konusu olan, en başta enerji kaynakları olmak üzere, hammaddeler, piyasalar ve tedarik yolları üzerinde hakimiyet kurmak ve dünyanın paylaşılması için verilen mücadeledir. Bu mücadeleyi birkaç kez ilân edilmemiş ve vekalet savaşları ile yürütülen Üçüncü Dünya Paylaşım Savaşı olarak nitelendirmiştik. Aynı şekilde bu mücadeleyi »Yeni Soğuk Savaş« olarak nitelendirmek de olanaklıdır. Gelişmeler ise bu Soğuk Savaşın ne kadar çabuk bir sıcak savaşa dönüşebileceğini ve tüm dünyayı yangın yerine çevirebileceğine işaret ediyor.
Noam Chomsky »İsyan ya da çöküş!« (Alm. »Rebellion oder Untergang!«) başlıklı kitabında, »Günümüzde olası bir nükleer savaşın en önemli potansiyel ocağı Rusya sınırındadır« tespitini yapıyor. Chomsky’nin bu tespitine katılmamak olanaksız. Çünkü, bir tarafta bu yıl NATO’nun Rusya’ya karşı örgütlediği yedi askeri manevraya davet edilen Ukraynalı savaş çığırtkanları, emperyalist savaş kışkırtıcılarının desteğiyle yangına körükle giderlerken, diğer tarafta devasa nükleer cephaneye sahip olan Rusya’da »Ukrayna’ya haddini bildirmek lazım« diyenlerin sayısı giderek artıyor.
Biden yönetiminin saldırgan politikaları, Avrupa’da güç kazanan Transatlantikçiler, dezenformasyon bombardımanı altında Rusya karşıtı propagandaya teslim olan Avrupa kamuoyu ve artan gerilimler karşısında Rusya’nın gösterdiği reaksiyon, 1914 öncesindeki gibi »uyurgezerlerin« barut fıçısına ateşle yaklaştıklarına benzer bir ortama işaret ediyor. Böylesi reel tehdit durumunda barış için ayağa kalkmak ivedi bir görev hâline gelmiştir. Ancak salt barış talebinde bulunmak yeterli değildir. Silahlanmaya, savaş çığırtkanları ile kışkırtıcılarına, savaş tehlikesine ve çatışmalara karşı verilen mücadele, eşitlik ve özgürlük, barışçıl ve sömürüsüz bir yaşam ve sosyalist bir toplum için verilmesi gereken enerjik mücadele ile bağlantılı hâle getirilmelidir. Kanımızca güncel Ukrayna ihtilafından ve Karadeniz’deki gerilimlerden çıkartılacak yegâne görev budur.