Koronavirüs krizi ve eşitsizlikler
Almanya örneğinde Pandemi tedbirlerinin kazananları ve kaybedenleri üzerine
Rosa Luxemburg yaşıyor olsaydı, şüphesiz »virüsü boşuna aramayın, asıl virüs saf hâliyle kapitalizmdir« diye yazardı. Çığlık atan bu gerçeği görmek için Rosa Luxemburg olmaya gerek yok, gündelik yaşama fırlatılacak yüzeysel bir bakış dahi yeterli olur. Egemenler her ne kadar »virüs zengin-yoksul ayrımı yapmıyor, hepimiz aynı gemideyiz« deseler de gemide kimin hiçbir şey yapmadan oturduğunu, kimin ise kürekleri çektiğini bilenler olarak bu yalana kanacak hâlimiz yok. Gene de bu yalanı bazı verilerle ifşa etmek gerekiyor.
Türkçe konuşulan çevrelerde ve özellikle liberal kesimlerde genellikle Alman hükümetinin başarılı bir Pandemi mücadelesi verdiği iddia ediliyor. Hatta sosyal medyada Alman hükümetinin nasıl hemen ve ön koşulsuz mali destek sağladığı »iyi örnek« olarak gösteriliyor. Sahiden öyle mi? Alman devletinin Koronavirüs krizine yönelik politikasının farklı toplumsal sınıfları nasıl etkilediğine bir bakalım.
Kriz yönetiminin sınıfsal özü
Doğru, Alman devleti Pandeminin küresel karakteri ortaya çıkar çıkmaz hemen bazı önlemler aldı ve krizi yönetmeye başladı. Kısıtlamalar, yasaklamalar ve yaptırımlar gibi önlemlerle bulaşın genişlemesinin engelleneceği açıklandı. Özelleştirmeler ve bütçe kesintileriyle zaten zora düşürülmüş olan sağlık sisteminin salgın sonucu ortaya çıkan ağır vakalarla baş edebilmesi için, salgın yayılımıyla ilgili eğrinin düzleştirilmesinin ve üreme katsayısının 1’den az olmasının sağlanması gerektiği söylendi. Bilim insanları tarafından da teyit edilen bu söylem, Pandemi tedbirlerini belirledi ve tedbirlerin sınıfsal özü hemen kendisi gösterdi.
Bunu Federal Hükümetin karar altına aldığı »Yardım Paketi« özelinde irdeleyelim. 8 Mart 2020’de alınan ilk ve en önemli karar, aynı 2008/2009 krizinde olduğu gibi, kısa çalışma uygulamasının genişletilmesi oldu. Böylelikle büyük sermaye fraksiyonları, kriz dinamiği çerçevesinde iş gücü gereksinimlerini esnekleştirebildiler. Kısa çalışma uygulaması büyük sermayeye ücretli çalışanlarını işten çıkartmadan toplu sözleşmeleri dondurup, giderlerini düşürme, duruma göre çalışma sürelerini farklı düzenleme ve nihâyetinde ücretlerin büyük bir bölümünü veya hepsini devlete, dolayısıyla vergi yükümlülerinin sırtına yükleme olanağını veriyor. Dahası, 2008/2009 krizinden farklı olarak tekeller »sosyal sigortalar için işveren payını« ödemekten de muaf tutuluyorlar.
Kapitalistler diğer yandan devletin sağladığı kredi ve kefaletlerden de faydalanabiliyorlar. Alman devletinin teşvik bankası olan ve devlet bütçeleri sayesinde sınırsız kredi açma hakkına sahip KfW üzerinden sağlanan krediler önemli ölçüde büyük sermayeye verildi. Örneğin 26 Mart 2020 akşamına kadar verilen ve toplam 7,4 milyar Euro tutarında olan 443 kredi başvurusunun sadece 11’ine 7,2 milyar Euro sağlanırken, geri kalan 432 başvuru sahibine toplam 220 milyon Euro verildi.
Federal Hükümet bunların ötesinde sadece büyük sermayeye destek için 600 milyar Euro’luk »Ekonomik İstikrar Fonu« (WSF) oluşturdu. Fonun 400 milyarı devletin kefil olacağı özel finansmana ayrıldı. Böylelikle büyük tekellerin kriz durumunda sermaye piyasasından almak zorunda kalacağı krediler için yüksek faiz ödemesi engellendi. 100 milyar Euro KfW için ayrılırken, geri kalan 100 milyar Euro devletin zora düşen şirketlere doğrudan katılımının sağlanması, yani hisselerinin alınması için rezerve edildi.
On kişiye kadar işçi çalıştıran küçük işletmeler içinse toplam 50 milyar Euro’luk bir program yürürlüğe sokuldu. Vergilendirilmesi zorunlu olan 9 ila 15 bin Euro’luk yardımlar yapıldı. İşletme sahiplerinin yaşamaları için gerekli olan bir geliri kolaylaştırılmış sosyal yardım üzerinden almaları sağlandı. Federal Hükümet bu kararı alırken, 1 ile 10 arası işçi çalıştıran işletmelerin toplam 1,6 milyon sahibi olduğundan ve bunların 300 bininin sosyal yardım başvurusunda bulunacağından hareket ediyordu.
Benzer yardım paketleri küçük burjuvazi için de uygulamaya sokuldu. Aslında ücretli çalışanlar katmanı içerisinde görülmesi gereken serbest meslek sahipleri de bir defaya mahsus olmak üzere 9 bin Euro alabildiler ve kolaylaştırılmış sosyal yardım hakkına sahip oldular. Hükümet verileri toplam 1,9 milyon serbest meslek sahibinin yaklaşık yüzde altmışının sosyal yardım için başvurduğunu gösteriyor.
Peki, ya işçi sınıfı?
Almanya işçi sınıfının bölünmüşlüğü de bu politikaların kolay uygulanmasında önemli bir rol oynamaktadır. Kamu hizmetlileri, dernek-vakıf çalışanları, özel bakım işçileri ve ustabaşı, tekniker veya mühendis gibi işletme içinde delege edilmiş egemenlik sahibi işçiler, ortalamanın üzerindeki gelirleriyle sınıfın üst katmanlarını temsil etmektedirler. Ancak bunlar arasında da farklılıklar var: Kamu çalışanları izafen güvenceli işlere sahipken ve maaş kısıtlaması yaşamıyorken, diğerleri kısa çalışma uygulamasından olumsuz etkileniyorlar.
Asıl olumsuz etkilenenler ise işçi sınıfının ezici çoğunluğu ve yoksul kesimlerdir. Artan işsizlik tehdidi ve kısa çalışma uygulaması öncelikle üretimdeki işçi sınıfını zora sokarken, en alttakiler, örneğin sözleşmeli çalışanlar kısa çalışma uygulamasından dahi faydalanamamaktadırlar. Burada özellikle özel hasta bakıcılığı yapan veya sezonluk işlerde çalıştırılan göçmen işçilerin durumu daha da zor. Çünkü genellikle enformel çalıştırılıyor, sınırların kapatılması ve/veya karantina uygulamaları nedeniyle maaş dahi alamıyorlar. İşsizler ve yoksullar ise toplumun en altına itilmiş durumdalar. Sosyal yardım için kolaylaştırılmış başvuru hakları olmamakla birlikte, Koronavirüs salgınına karşı en savunmasız durumdalar.
Sonuç yerine
Emperyalist Alman devletinin tedbirleri ve programları kati olarak sınıfsaldır. Genel halk sağlığı politikası öncelikli değildir. Sağlık sektörü en geniş biçimiyle özelleştirilerek, özel sermaye birikiminin hizmetine sokulmuştur. Koronavirüs salgınıyla zaten zor durumda olan sağlık sektörünün böylesine baskı altına girdiği bir dönemde Alman devleti büyük sermayeye yüzlerce milyar Euro’luk krediler, hibeler ve kefaletlerle olağanüstü destek çıkar, orta katmanlara ve küçük burjuvaziye sus payı dağıtırken, krizin tüm yükünü işçi sınıfının sırtına yüklemekte, yoksulları daha da yoksullaşacakları koşulların altına sokmaktadır.
Alınan tedbir ve önlemler bilhassa toplumun en altındakilerin tepkisini çekmekte, kendilerini siyasi ve ekonomik elit olarak görenlere karşı nefretlerini artırmakta ve genel olarak güvensizliğin yayılmasına neden olmaktadır. Ancak buna rağmen, emperyalist Alman devletinin sermaye sınıflarına yarayan bu kriz yönetimi aynı zamanda toplumsal katmanlar ve sınıflar arasında bloklar ve eşitsizlikler yaratarak yürütüldüğünden, bu bloklaşmalar ile toplumsal rıza üretimini kolaylaştırmakta ve tekelci burjuvazinin sınıf tahakkümünü güçlendirmektedir. Koronavirüs krizinin ağır yükleri, salgını kısıtlamak için alınan kimi önlemin haklılığı ve burjuva medyasının desteğiyle geniş kesimlerce kabul edilen »aynı gemideyiz« diskuru, egemen politikanın bu eşitsiz kriz yönetimine karşı oluşan her türlü muhalefeti ve sorgulamayı diskredite etmek için kullanılmaktadır. Aşı patentleri ve sayısız diğer uygulamayla dünya çapında oluşan eşitsizlikleri saymıyoruz bile.Başa dönersek: Sadece emperyalist Alman devletinin Pandemi sonuçlarına karşı uygulamaya soktuğu programlardan tek sonuç çıkıyor: Asıl virüs, en saf hâliyle kapitalizmdir!