Marx, Chemnitz ve faşizm
Bu köşe yazısı 1 Eylül 2018 tarihli Yeni Özgür Politika gazetesinde yayımlanmıştır.
1989-1990 karşı devrimine dek »Karl-Marx-Stadt« adını taşıyan Chemnitz kenti bugünlerde (yeniden) ırkçı-faşist saldırılar nedeniyle Alman burjuva basınının manşetlerinden düşmüyor. Koca Karl Marx heykeli önünde toplanmış ırkçı ve faşist güruhun fotoğrafı, şimdiden bir sembole dönüştü. Eğer karşı devrimin tarihsel bir görseline ihtiyaç olsa idi, Chemnitz’deki o fotoğraftan daha iyisi düşünülemezdi.
Ancak Chemnitz olayları ve bilhassa o fotoğraf daha fazlasına işaret ediyor. En başta Alman burjuvazisinin asla düşmanını unutmadığına! Savaş sonrasında Alman faşizminin askerî ve sivil bürokrasisini entegre ederek kurulan Almanya Federal Cumhuriyeti devleti ve egemen sınıfları için, Alman topraklarındaki ilk antifaşist devlet olan ve bir sosyalizm deneyini gerçekleştiren Demokratik Almanya Cumhuriyeti büyük bir nefret objesi olmuştur. Alman tekelci burjuvazisinin faşizmi »Nasyonal Sosyalizm« tanımıyla muğlaklaştırma ve asıl hedef olarak sosyalizmi diskredite etme çabaları, şimdi »Almanya’da faşizm yoktu, antifaşist devlet de olmadı« doktrinine dönüşmüş durumda.
Bu doktrin temelinde kamuoyu görüşü hâline getirilmeye çalışılan demagoji ise, »Doğu eyaletlerindeki ırkçı yaklaşımların asıl kaynağı 1990’a kadar süren sosyalizm uygulamalarıdır« söylemidir. Almanya’da her yıl kayda geçen on binlerce ırkçı-faşist saldırının ezici çoğunluğunun Batı eyaletlerinde gerçekleşmesine rağmen bu söylem göçmenler arasında bile yaygın kabul görmektedir. Bu ön kabul, Saksonya eyaletinde ırkçı-faşist ideolojinin toplum içerisinde kökleştirilmesi için bizzat Alman devletinin bilinçli çabalarıyla bir model yapı oluşturulduğu gerçeğinin görünmesini engellemektedir.
Devletin çabalarının en önemli kanıtı, Saksonya polis teşkilatı ile istihbaratının saldırılar karşısında geliştirdiği tavırdır. Faşist terör örgütü NSU’nun Saksonya’da istihbarat güçlerinin yardımıyla yıllarca yakalanmadan faaliyet göstermesi, polis ve istihbarat personelinin »Pegida« gibi ırkçı-faşist hareketlerin yönetiminde yer alması, eyalet savcı ve hakimlerinin faşist saldırganlara »heyecanlı vatanperver gençler« müsamahasını göstermeleri, bu tavrın örnekleridir. G20 zirvesini protesto edenlere veya YPG bayrağını taşıyanlara karşı uygulanan polis şiddetinin yüzde biri dahi faşistlere uygulansaydı, ırkçı-faşist güruh engellenebilirdi.
Nihâyetinde Chemnitz olayları, burjuva demokrasisinin (!) işleyişindeki bir aksaklık veya »Almanya’nın itibarını zedeleyen hatalı davranışlar« değildir. İstisnasız tüm ırkçı-faşist saldırılar ve hareketler, yasalar ve yönetmeliklerle kökleşmiş olan kurumsal ırkçılığın, bilinçli devlet politikalarının ve tekelci burjuvazi lehine olan tedbirlere toplumsal rıza alma çabalarının, yani kısacası kapitalist sömürü sisteminin sonuçlarıdır. Faşizm, kapitalizm ve burjuvazinin öz evladıdır. Burjuva basını ve politikacılarının timsah gözyaşlarıyla ırkçı-faşist gösterileri telin eden açıklamaları, bu basit gerçeklerin üstünü örtme çabalarıdır.
Max Horkheimer’in faşizmi muğlaklaştırmak isteyenlere 1939’da verdiği »kapitalizm üzerine konuşmak istemeyen, faşizmden de bahsetmemelidir« yanıtı bugün hâlâ geçerlidir.