»Meleklerin cinsiyeti« ve çarpışma toleransı
Avrupa’daki Türkiyeli devrimci-komünist kümelere bir öneri
AKP-Saray-Rejiminin, burjuvazinin stepnesi faşist MHP’nin desteğiyle baskın seçim kararını alması, doğal olarak devrimci cenahta »sürece nasıl müdahale edilmeli« tartışmalarını alevlendirdi. Hangi biçimde olursa olsun, dayatılan bu seçim sürecini inşası hızlanan açık faşist diktatörlüğü geri püskürtmek, en azından parlamenter sistem ile hukukun üstünlüğünün yeniden tesis edilmesini sağlamak ve demokrasi mücadelesini yükseltmek, devrimci güçler için de şüphesiz ivedi görevlerdir.
Böylesi bir dönemde bu görevlerin yerine getirilmesine yoğunlaşılması konusunda her kesim hem fikirdir muhakkak. Biz de aynı düşüncedeyiz. Bununla birlikte kimilerince aykırı görülebilecek bir öneride bulunmak istiyoruz, yani Türkiye işçi sınıfının devrimci güçlerinin Avrupa’daki temsilcilerinin bu ivedi görevleri yerine getirmek için savaşırlarken, aynı anda »meleklerin cinsiyetini« tartışmalarını öneriyoruz.
Kuşatma altındayken meleklerin cinsiyetini tartışan Bizanslı rahiplere atıfta bulunmak, olumsuz bir metafor gibi görülebilir. Bir de bu metaforu 1980 sonrasında toplumsal anlamda marjinalleşen, bölünmüş, 1989/1990 karşı devrimiyle hegemonya kurma yetisini kaybeden ve müdahale olanakları zayıflayan Türkiye devrimci güçleri bağlamında kullanıyorsanız, yaptığınız öneri fazlasıyla itici gelebilir. Ancak içinde bulunduğumuz tarihsel süreç, Marksizm-Leninizm’i dünya görüşü olarak benimseyen devrimci güçleri tam da bu, birbirleriyle çelişiyormuş gibi görünen ikili görevin üstesinden gelmeye zorlamaktadır – ki, zaten sözümüz onlaradır, başkaları üstüne alınmasın.
Önerimizi açalım: Son dönemde farklı devrimci yapıların, tüm çelişkilerine rağmen yakınlaştıklarına, birlikte »iş« yaptıklarına, hatta bazılarının HBDH örneğinde olduğu gibi ortak mücadeleyi ördüklerine tanık oluyoruz. Bu son derece olumlu bir gelişmedir. Başka fikir alış-verişlerinin yapıldığı bilgisi de çok sevindiricidir. Önerimiz, bu düşünsel faaliyeti ve arayışı ortaklaştırmaktır. Kanımızca örgüt ve yapılardan ziyade, bunlarla özdeşleştirilebilecek isimlerin yapacağı çağrıyla Türkiye, bölge ve dünyadaki gelişmelerin tartışılacağı ve ortaklaşmanın yol ve yöntemlerinin aranacağı bir toplantılar dizisi örgütlenmelidir. Toplantılarda tabular ve sınırlar olmamalı, her devrimci-komünist kümeye açık tutulmalıdır.
Hiç kuşku yok ki, toplantılarda farklı görüşler, farklı çözüm önerileri ve farklı çıkarlar, çelişkiler ortaya çıkacak, muhtemelen birbirleriyle çarpışacaklardır. İşte tam da bu nedenle birlikte, herhangi bir homojenleştirme baskısının kurulmasına izin vermeden, çelişki ve farklılıkların bilincinde bir çarpışma toleransı geliştirebilmeli ve ortak düşman – ortak çıkarlar temelinde ortak mücadelenin inşasını konuşabilmeliyiz. Eğer böylesi bir iradeyi gösterebilirsek, en azından ivedi görevlerin yerine getirilmesinde devrimci güçlerin katkısını büyütebiliriz.
Kanımızca günümüz koşulları altında devrimci güçlerin bir araya gelmesini engelleyen maddi temeller bulunmamaktadır. Dünyanın 24 Haziran’dan sonra da dönmeye devam edeceğini, muhtemelen koşulların daha da ağırlaşabileceğini düşünürsek, Türkiyeli devrimci güçlerin sorumluluklarının ne denli büyük olduğunu görebiliriz. Bu sorumlulukların gereğini yerine getirmek için her devrimcinin çabasına gereksinim duyduğumuzdan böylesi bir öneride bulunuyoruz.