Perşembe’nin gelişi…
Bu köşe yazısı 12 Mayıs 2018 tarihli Yeni Özgür Politika gazetesinde yayımlanmıştır.
Alman faşizmi, 1 Eylül 1939’da Polonya’ya saldırarak İkinci Dünya Paylaşım Savaşını başlatmadan önce propaganda savaşını başlatmış ve yalan haberleri devreye sokmuştu. Örneğin 30 Ağustos 1939 tarihli Wochenschau »Alman Rayh’ı Polonya’nın kısa zaman içerisinde Doğu sınırlarımıza saldırmasını beklemektedir ve bu nedenle güvenlik önlemlerini artırmıştır« haberini yayıyordu. Nitekim 1 Eylül sabah saat 5:45’de bizzat Hitler’in »ateş ederek karşılık verilmektedir« yalanıyla 50 milyondan fazla insanın yaşamına mal olan büyük savaş başlamıştı.
Görüldüğü kadarıyla egemen sınıflar benzer biçimde davranmakta vazgeçmiyorlar. Yalan ve demagojiyle dünyayı yeni bir savaşın eşiğine getiren ülkenin, 1939-1945 büyük soykırımının kurbanlarının kurduğu İsrail olması, kaderin cilvesi değil, emperyalist-kapitalist dünya düzeninin bir sonucu. Ortadoğu’daki gelişmeleri eleştirel gözle okuyanlar, haftalar öncesinden böylesi bir gelişme olabileceğini tahmin ediyorlardı. İsrail’in saldırıya hazırladığından emin olmayanlar ise, Alman televizyonlarının 9 Mayıs’ta verdikleri »İsrail, İran’ın Kuzey sınırına saldırmasını beklemektedir ve bu nedenle güvenlik önlemlerini artırmıştır« haberiyle – herhalde – olayın vahametini anlayabilmişlerdir. Sonuçta, »Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan belli« olduğu biliniyor.
Elbette burada Alman faşizmi ile İsrail devletini eşitleme yanlışında bulunmuyoruz – sadece egemen sınıfların yalan ve demagojilerinin birbirlerine ne kadar benzediklerini ve her savaşın bir yalanla başladığı gerçeğinin altını çizmek istiyoruz. Kaldı ki İsrail devleti ve egemenlerine yönelik eleştirilerin, mutlaka Antisemitizm olmayacağını defalarca yazmıştık. Öküz altında buzağı arayanlar boşuna uğraşmasın.
İsrail’in 10 Mayıs’ta Suriye’deki İran hedeflerine saldırısının nedenlerini burada ayrıca yazmaya gerek yok. Biraz haberleri okuyanlar arka planı da görmüşlerdir. Ama emperyalist cephede İran konusunda ortaya çıkan görüş farklılıklarını irdelemek faydalı olacaktır. Çünkü çok açık bir şekilde ABD-İsrail-Suudi Arabistan ile AB’li emperyalist güçler arasında çelişkiler artıyor. Avrupa, İran ile varılan »nükleer uzlaşının« iptal edilmemesini ve görüşmelerin devam etmesi taraftarı.
ABD emperyalizmi, İsrail-Suudi ortaklığının bölgesel hegemonya kurma planlarını destekliyor ve İran etkisini zayıflatmaya çalışıyor. Başta Almanya ve Fransa olmak üzere Avrupalı emperyalist güçler ise, bakir İran pazarından elde edemedikleri payların peşindeler. O nedenle İsrail’in sürekli Suriye’de, en son 9 Nisan’da yedi İran askerinin öldürülmesi gibi İran’a yönelik provokasyonlar gerçekleştirmesinden rahatsızlar. Bununla birlikte AB’nin giderek Ortadoğu’daki sürece etkide bulunamaması, Macron ve Merkel’i ABD stratejilerine karşı pozisyon almaya zorluyor. Nitekim onlar için de belirleyici olan temsil ettikleri sermaye kesimlerinin çıkarlarıdır.
Henüz resmiyete dökülmemiş olan savaş, bölgedeki yangını büyütmeye ve tüm dengeleri sarsmaya aday. Dolayısıyla bu gelişmelerden olumsuz etkilenen ülkelerden birisi de Türkiye olacak. Açık soru şu; mevzi kaybeden AKP-Saray-Rejimi bu gerilimi nasıl kullanacak – yeni bir maceraya atılarak mı?