NATO’nun zirve sonrası olası adımları üzerine
Emperyalizmin savaş aygıtı NATO’nun Vilnius’ta, deyim yerindeyse Kremlin’in burnunun dibinde gerçekleştirdiği NATO Hükümet ve Devlet Başkanları Zirvesinde alınan kararlar, savaş aygıtının yakın dönemde atması olası adımların somut bir savaş ajandası tarafından şekilleneceğini gösterdi. Kanımızca zirvede asıl dikkat çekici nokta Rusya Federasyonu’na yönelik vekalet savaşının yoğunlaştırılması adımları veya Türkiye’deki AKP-Saray-Rejimine sunulan açık çek politikasından ziyade, Çin Halk Cumhuriyeti’ne yönelik stratejinin sertleştirilmesiydi – ki zirve sonrasında Scholz hükümetinin kamuoyuna tanıttığı 61 sayfalık “Federal Hükümetin Çin Stratejisi” başlıklı belgesi bir yönüyle buna işaret etmektedir. Geçen yıl yapılan zirvede “sistemik hasım” olarak ilân edilen ÇHC bu sefer “ittifakın çıkarlarının karşısında duran en büyük meydan okuma” olarak tanımlandı.
31 NATO üyesi ülkenin yanı sıra Avustralya, Güney Kore, İsveç, Japonya, Ukrayna ve Yeni Zelanda hükümet ve devlet başkanlarının buluştuğu Vilnius zirvesi bir taraftan “Rusya’nın NATO üyesi ülkelerle kuşatılma” stratejisine hız verilmesini, diğer taraftan da ÇHC ve İran’a gözdağı verilerek küresel hegemonya talebinin altının çizilmesini kararlaştırdı. Geçen yıl görüşülen yeni askeri birlikler modeli (NATO Force Modell) şimdi uygulamaya sokulacak. Buna göre NATO üyesi ülkelerden toplam 300 bin asker, 85 savaş gemisi ve savaş uçakları filosuyla Estonya, Letonya, Litvanya, Macaristan, Polonya ve Slovakya’dan Romanya ve Bulgaristan’a kadar uzanan bir yayda sekiz NATO-Savaş Grubu olarak konuşlandırılacaklar. Bu çerçevede Alman emperyalizmine de özel görevler verildi. Örneğin Alman ordusu Litvanya’da sürekli kalmak üzere dört bin kişilik bir tugayı gönderecek.
Bir diğer karar ise yeni savunma planlarına yönelik olarak alındı. Basına sızan bilgilere göre “nasıl savaşacağımızı öngören operatif savaş planları” iki bölüme ayrılmış. Bir tarafta kara, hava, deniz, uzay ve siber alanı içeren klasik boyutlar tanımlanırken, diğer taraftan da üç coğrafi “savunma alanı” belirleniyor: Birinci bölge Kuzey Amerika’dan Atlantik’e ve Britanya üzerinden Kutup bölgesine uzanıyor. Bu bölgenin sorumlu ana karargâhı ABD’ndeki Norfolk üssünde. İkinci bölge başta Almanya olmak üzere Kuzey Avrupa, Baltık Denizi ve Baltık ülkelerini içeriyor. Bu bölgenin ana karargâhı Hollanda’daki Brunssum üssü. Nihâyet üçüncü bölge olarak ise Napoli’deki ana karargâh sorumluluğunda olan Güney Avrupa, Balkanlar, Akdeniz ve Karadeniz olarak belirlenmiş. Vilnius’ta alınan formel kararın hemen peşinden pratik hazırlıkların başlatıldığı bildirildi.
Kararlaştırılan planlar tabii ki masif bir silahlanma programını gerekli kılıyor. O nedenle Vilnius zirvesinde tüm NATO üyeleri yurtiçi GSMH’larının yüzde ikisini savunma bütçesine ayırmaya yükümlü kılındılar. Bu meblağın beşte biri ise yeni tip silahlanmaya ayrılmak zorunda. NATO “teknolojik üstünlüğünü” güvence altına almak içinse bir “Savunma Üretim Aksiyon Planı” kararlaştırarak gerekli görülen üretim kapasitelerini de artıracak.
Vasal ülkeye üyelik yok
Ukrayna’daki rejimin temsilcisi Selensky’nin Vilnius’a gelmesiyle bağlantılı sansasyonel haberler, zirvenin Avrupa kıtasındaki savaş tehlikesini artıran asıl kararların kamuoyunun dikkatinden çekilmesine yardımcı oldu denilebilir. Selensky zirveye katılmadan önce NATO üyeliği için formel bir davetiye talep etmişti. Bu talebin gerçekçi olmadığı zaten biliniyordu. Nitekim ABD Başkanı Biden ve Alman Şansölyesi Scholz Ukrayna’nın üyelik talebine kesin dille karşı çıkarak, sadece “gerekli olduğu sürede ve gerekli olduğu kadar” askeri-mali-siyasi destek verileceğini açıkladılar. Zirvenin sonuç belgesinde 2008 NATO zirvesinin sonuç bildirgesine atıfta bulunarak “Ukrayna’nın geleceği NATO’dadır” ve “müttefiklerin onaylaması durumunda davetiye gönderilebilir” gibi somut hiçbir sonucu olmayan cümleler yer aldı. Burjuva basınında zirve sonrası yapılan bir kokteylde tek başına durduğu fotoğrafı viral olan Selensky, bunun üzerine NATO’ya “kararsızlık ve zayıflık” suçlamasında bulundu.
Ancak hemen akabinde G7 ülkeleri Ukrayna’ya, ikili antlaşmalarla belirlenecek olan “Güvenlik Garantisi” sözünü verdiler. Almanya’nın belirleyicisi olduğu “garantilerin” üç ayağı var: Birincisi Ukrayna’nın tüm olanaklarla silahlandırılması. Yeni tanklar ve hava savunma sistemlerinin yanı sıra “kilit savaş yetilerini geliştirecek araç ve gereçlerin” verilmesi planlanıyor, ki özellikle bu son nokta Alman silah sanayinin üretim kapasitelerini artırmasına yol açacak. Bununla birlikte Alman askeri-sınai kompleksinin desteğiyle Ukrayna’nın “milli savunma sanayi” desteklenecek ve ortak askeri tatbikatlar yoğunlaştırılacak. İkincisi Ukrayna’nın ekonomik istikrarı ve “direniş yetenekleri” güçlendirilecek, ki bu da devasa yeniden altyapı inşasını gerekli görmekte. Üçüncüsü de G7 ülkeleri tarafından Ukrayna’daki rejime yüzlerce milyar Euro tutarında mali destekler verilmesi. Sonuç itibariyle vasal devlet olarak Ukrayna’nın vekalet savaşına devam edebilmesinin olanakları genişletilecek, ama bu ülkenin NATO’ya üye yapılması – aynı zamanında Gürcistan’a yapıldığı gibi – belirsiz bir zamana ertelenmiş olacak. Nihâyetinde Rusya ile savaş hâlinde olan Ukrayna’nın NATO’ya üye edilmesi, NATO sözleşmesinin 5. Maddesinde yer alan “İttifak durumunu” ortaya çıkaracağından ve bir NATO-Rusya savaşı söz konusu olacağından, üyelik henüz arzulanan bir durum olarak görülmemekte.
Ortak ama rakip, sistemik hasım ve nihâyet düşman
Avrupa-Atlantik bölgesindeki “barış ve istikrara yönelik en önemli ve doğrudan tehdit” olarak Rusya’yı işaret eden NATO, “Çin’in iddialı, cebri politikaları NATO’nun çıkarlarına, güvenliğine ve değerlerine zorluk oluşturuyor” gerekçesiyle, Çin Halk Cumhuriyeti’ni emperyalist saldırganlığın asıl hedefi hâline getirdi. ABD emperyalizminin “Hint-Pasifik-Stratejisi” ile tam uyumlu hâle getirilen sonuç bildirgesi sömürgeci zihniyetin söylemleriyle ÇHC’ne detaylı direktifler içeriyor ve ÇHC’nin Rusya’nın yanından uzaklaşmasını talep ediyor.
Geçen yılki zirvede Hint-Pasifik-Bölgesini Stratejik Konseptine dahil eden NATO – aslında siz bunu ABD olarak okuyun – açısından ÇHC ana düşman konumunda. Ancak bölgedeki NATO yanlısı ülkelerin ÇHC karşıtı cepheye çekilmelerine yönelik ABD çabaları, özellikle ABD tarafından Tokyo’da bir NATO Temsilciliği açılması planları Kuzey Atlantik İttifakı içinde çelişkilere yol açıyor. Burada bilhassa ABD’nin, pasifizmi anayasasından silerek hızla yeniden militarizm yolunda ilerleyen Japonya ile “Tayvan’ı Çin’e karşı koruma politikası” ve ABD emperyalizminin Avrupalı NATO üyesi ülkeleri Hint-Pasifik-Bölgesinde daha fazla angajman göstermeye zorlaması, başta Fransa olmak üzere Avrupalıların tepkisini çekiyor.
Aynı şekilde ÇHC konusunda ABD ve Alman emperyalizmleri arasındaki çelişkiler de daha görünür oluyorlar. ABD Güney Çin Denizi’nin nakliyat yollar ve Tayvan üzerinden yarı iletken çip sanayindeki hakimiyetini güçlendirmeye çalışırken, Alman emperyalizmi sanayisinin ÇHC’ne olan bağımlılığı nedeniyle “De-Risking”, yani risk azaltma politikaları izlenmesini istiyor. ABD Hint-Pasifik-Bölgesinde “US-american Primacy” (ABD üstünlüğü) politikalarının sürdürülmesini zorunlu görürken, Alman emperyalizmi yeni “Çin Stratejisinde” yazıldığı gibi, ÇHC’ni “merkezi küresel meydan okumaların çözümü için vazgeçilmez bir aktör” olarak tanımlıyor, ki bu yaklaşım NATO Zirvesinin sonuç belgesinin temel çizgisiyle çelişiyor. Aynı şekilde Almanya sistemik hasım olarak nitelendirdiği ÇHC ile iş birliğini arar ve “Çin ile iş birliği Federal Hükümetin Çin Stratejisinin temel unsurudur” tespitini yaparken, ABD tüm gücüyle ve bölgedeki müttefikleriyle eşgüdümlü bir biçimde ÇHC’nin bölgedeki ve dünya çapındaki etkisini geriletmeye çalışıyor.
Kuzey Atlantik İttifakının ABD, Almanya ve Fransa gibi belirleyici üye ülkeleri arasındaki bu tür çelişkiler, NATO’nun ÇHC’ne yönelik sertleştirme siyasetinin belirsizleşmesine yol açıyor ve nihâyetinde NATO yanlısı Pasifik ülkelerinde hayal kırıklığı yaratıyor. Avrupalı NATO üyesi ülkeleri ÇHC konusunda “ortak AB Çin Stratejisi” izlemeye zorlayan Almanya ve Fransa, çıkar çatışmaları nedeniyle ABD’nin gerçekleştirmek istediği NATO Pasifik Genişleme Politikasına karşı çıkıyorlar. O nedenle zirvelerde tek sesle konuşulduğu görünümü verilen NATO’da kapalı kapılar ardında ciddi anlaşmazlıklar ve çelişkiler yaşanıyor – ancak bunlar NATO’yu daha tehlikesiz hâle getirmiyor tabii ki.
Batının zayıflayan etkisi
Bu çelişkilerin temel nedenlerinden birisinin ittifak üyelerinin Batının dünya çapında zayıflayan etkinliğine verdikleri farklı yanıtlar olduğunu söyleyebiliriz. Sahiden de özellikle ÇHC sadece Hint-Pasifik-Bölgesinde değil, dünya çapında giderek etki alanını genişletmektedir. Örneğin ABD’nin “arka bahçesi” olarak gördüğü Latin Amerika’da ÇHC’nin son 20 yıl içerisinde neredeyse Avrupalıların ancak 500 yılda elde edebildikleri avantajları kazandığı belirtilmektedir. ABD ordusunun Latin Amerika Komutanlığı’nın şefi olan General Laura Richardson 2023 Mart’ında ABD Kongresi’nde verdiği sunumda bu durumu şöyle anlatıyordu: “Son derece zengin hammadde kaynaklarına sahip olan Latin Amerika’da Çin iktisadi, diplomatik, teknolojik, enformatif ve askeri etkinliğini olağanüstü derecede artırmıştır. Düşmanımızın bu kötü niyetli girişimleri beni kaygılandırmaktadır.” Hâlihazırda ÇHC Brezilya, Peru ve Şili için en büyük ticaret ortağı hâline geldi. Başta Arjantin ve Paraguay olmak üzere diğer Latin Amerika ülkeleri de komşularının izlediği yolu takip etmekte ve ÇHC ile olan ticari ilişkilerini yoğunlaştırmaktadırlar. ÇHC’nin Latin Amerika ülkeleriyle 2000 yılında 12 milyar dolar olan ticaret hacminin 2022’de 495 milyar dolara çıkmış olması bu gelişmeyi teyit eden en önemli rakam sayılabilir.
ÇHC’nin yanı sıra Rusya Federasyonu da ABD emperyalizminin “arka bahçesindeki” etkinliğini genişletmekte, hem de sadece Küba, Nikaragua veya Venezüella’da değil. Örneğin 2023 Haziran’ında Brezilya Rus Uranium One ve Çinli Citic Guoan şirketleriyle toplam 1,4 milyar dolarlık bir yatırım antlaşmasını imzalarken, Arjantin de Rusyalı ve Çinli ortaklarıyla bir akü fabrikası kurmayı kararlaştırmıştı. Benzer bir ortaklık da Şili’deki en büyük Lityum üreticisi SQM ile söz konusu. Çinli Tianqi Lithium şirketi SQM tekelinin yüzde 24’lük hissesine sahip.
Rusya Federasyonu ve ÇHC’nin ikili ilişkileri üzerinden etkinliklerini artırmalarının yanı sıra BRICS (Brezilya-Rusya-Hindistan-ÇHC-Güney Afrika) ittifakı da gelişmekte olan ülkeler açısından çekiciliğini artırarak, Rusya ve ÇHC’nin etkinliğinin genişlemesine yol açıyorlar. BRICS’in kurucu beş ülkesi 2020 yılında ilk kez satın alma gücü açısından yüzde 31,4 ile G7 ülkelerini (yüzde 30) geride bıraktılar ve G7 ülkelerinden daha hızlı bir büyüme kaydettiler. En son Güney Afrika’da gerçekleştirilen BRICS Zirvesine katılan 13 ülkeden Arjantin, İran ve Suudi Arabistan üyelik konusunu görüşmeye başladılar bile. Aynı şekilde Afrika kıtasından da Cezayir, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Etiyopya, Mısır ve Senegal gibi ülkeler BRICS üyeliğini tartışıyorlar. Demokratik Kongo Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Lutunda Apala’nın yaptığı, “Görüldüğü kadarıyla Batı barışı ve refahı sağlamaya gönüllü değil. O zaman BRICS yeni bir uluslararası düzeni oluşturmalı” şeklindeki açıklama, Avrupalı burjuva basınında “bu sözler Batıda alarm zillerini çaldırmalı” biçiminde yorumlanarak yayınlandı.
Arjantin ve Küba haricinde bazı Latin Amerika ülkeleri ise bunun ötesinde BRICS tarafından 2014 yılında Dünya Bankası’nın alternatifi olarak kurulan New Development Bank – NDB ile daha sıkı iş birliğini kurmak istiyorlar. Uruguay çoktan NDB üyesi oldu ve ortaklık payını öder ödemez yönetimde söz sahibi olacak. Merkezi Şanghay’da olan ve “BRICS Bankası” olarak nitelendirilen NDB üyelerine özellikle su ve trafik altyapısını geliştirmek için 30 milyar dolar kredi verdi. 2016 yılında da BRICS üyelerinin ağır kriz durumunda kredi olarak kullanabilecekleri 100 milyar dolarlık bir fon oluşturuldu. Güney Afrika’da yapılan zirvede ayrıca altın, gümüş ve ender topraklar temelinde bir BRICS para birimi oluşturma planları basına sızdı. Alman basınının bildirdiğine göre BRICS üyelerinin haricinde 41 ülke böylesi bir para birimine ilgi duyuyorlar. Batının hakimiyeti, en son 2022 Şubat’ında Rusya Federasyonu’nun 300 milyar dolarlık varlığına el konulması ve ABD’nin dolar basarak hakimiyetini güvence altına alması, bu ülkelerin alternatif bir para birimine yönelmelerine yol açıyor. BRICS’in oluşturacağı para birimi uluslararası ticareti kolaylaştırmanın yanı sıra dünya ülkelerini zaten zayıflamakta olan dolar hakimiyetinden kurtarabilir.
Kaldı ki BRICS üyeleri hâlihazırda ABD dolarına olan bağımlılıklarını azalttılar. Örneğin Rusya ve ÇHC arasındaki ticari ilişkilerin yüzde 70’i ruble veya yuan üzerinden gerçekleştiriliyor. Hindistan son iki yılda önemli ölçüde artırdığı Rus petrol ithalatını yuan ile ödüyor. Bolivya ve Rusya arasında, aynı Brezilya ve ÇHC arasında olduğu gibi, alışverişler ülkelerin para birimleriyle gerçekleştiriliyor. Gene Suudi Arabistan ve ÇHC arasında yapılan görüşmelerin gündeminden birisi de petrol ticaretinin yuan üzerinden gerçekleştirilmesi. Sonuç itibariyle böylesi ikili veya çoklu antlaşmalar ABD dolarının dünya çağındaki hakimiyetini tehdit ediyor ve böylelikle “Küresel Güney” olarak adlandırılan bir zamanların sömürge ülkeleri çok kutuplu bir dünyayı kuracak tektonik kaymalara yol açıyorlar. Böylelikle BRICS emperyalist Batının ciddi alternatifi olarak gelişmekte olan ülkelere kendilerine alan açma olanağını sağlayarak, etkinliğini genişletiyor.
NATO içindeki çatışmaların ve çelişkilerin nedenleri bu gelişmede yatıyor. Ama bu gelişmeler aynı zamanda emperyalizmin savaş aygıtı olan NATO’yu daha tehlikeli ve daha saldırgan hâle getiriyor. Hiç şüphesiz NATO’nun dağıtılması daha ivedi ve daha zorunlu bir görev olarak insanlığın karşısında duruyor. NATO-Türkiye bağlamında bir son söz söylenecek olursa, ki gazetemiz yazarları bu konuda daha bilgilendirici yazılar yayınlıyorlar, o da son NATO Zirvesinin Türkiye egemenlerinin cumhuriyetin kurulduğu ilk günden bu yana sürdürdükleri bir tarafta Rusya ve İran kartlarını şartlı rehin olarak tutma, ama diğer taraftan da göbeğinden Batıya bağımlı kalma politikasından vazgeçmediklerini teyit etmiş olmasıdır. Türkiye NATO’nun ileri karakoludur ve kendi emperyalist yayılmacılığı için NATO’dan güç almaktadır.