»Stratejik otonomi«
Bu köşe yazısı 27 Ekim 2018 tarihli Yeni Özgür Politika gazetesinde yayımlanmıştır.
Alman hükümetine bağlı düşünce kuruluşlarının son haftalardaki tartışmaları, Berlin’de yeni bir ABD stratejisi üzerine kafa yorulduğuna işaret ediyor. ABD dış politikasının AB için öngörülemez zikzaklarla şekilleniyor olması, AB’nin askerî yetiler açısından ABD’ne bağımlılığı, transatlantik ilişkilerdeki asimetri ve serbest ticaret antlaşmaları yerine ikili antlaşmaların ön plana çıkması, ekonomik gücü ihracata dayalı olan Alman emperyalizmini zora sokuyor. Tartışmalar, Berlin’in uzun vadeli hedeflerinden bazılarını orta vadeye çekmek istediğini gösteriyor.
Alman emperyalizminin ABD’ne rağmen ve ABD’nin yanında küresel düzen kurucu gücü olma hedefini güttüğüne daha önceki yazılarımızda değinmiştik. Bunlarda Almanya’daki sermaye fraksiyonları içindeki »Avrupacılar« ile »Transatlantikçiler« arasında bir dengenin bulunduğu tespitini yapmıştık. Şimdi bu tespitimizi belirli oranda revize etmemiz gerekiyor, çünkü ibre »Avrupacılardan« yana dönmekte.
Berlin, AB’nin hedeflenen »stratejik otonomisinin« ABD’nin nükleer şemsiyesine muhtaç kalındığı müddetçe gerçekleşmeyeceği görüşünde. Bunun yanı sıra Polonya ve Baltık ülkelerinin savunma politikalarını ABD ile olan stratejik ortaklıkları üzerine kuruyor olmaları da bu hedefe sekte vuruyor. O nedenle Berlin’de çıkış yolu olarak, Fransa’nın nükleer cephanesini »AB Caydırıcı Gücü« anlamında geliştirme düşüncesi öne çıkmış durumda.
Ancak böylesi bir çıkış yolu, Euro Bölgesinin Dolar hakimiyetinden kurtarılmasını zorunlu kılıyor. Euro’nun Dolar alternatifi olabilmesinin yolu da, uluslararası mali sermaye aktörlerinin Euro’nun istikrarına güvenmelerini gerektiriyor. Güvenin sağlanabilmesi içinse AB tahvilleri (Eurobonds) çıkartılmak zorunda, ama bu da yüksek riskler nedeniyle Berlin’in işine gelmiyor.
Bu komplike durum karşısında atılması gereken ilk adımlar olarak, yeni stratejiyle ABD’nin uluslararası kurumlardaki ağırlığını azaltacak siyasî, iktisadî ve diplomatik girişimler düşünülüyor. Düşünce kuruluşlarının »soft balancing« adını taktıkları bu stratejiyle, bir tarafta uluslararası kurumlar üzerinden ABD’nin gücünün sınırlandırılması veya en azından AB lehine etkilenmesi, diğer taraftan da ABD’nin belirli politika konseptlerinin uluslararası meşruiyet kazanmasının engellenmesi hedefleniyor. Dahası, bu stratejiyle Trump’ın 2020’de yapılacak olan Başkanlık Seçimlerine çok daha zayıf konumda girmesi isteniliyor.
O yüzden Berlin’de dikkatler ABD’nin Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) ve Rusya Federasyonu ile girdiği ihtilaflara yöneltilmiş durumda. ÇHC’nin yükselen küresel güç olması, Avrupa’daki emperyalist güçleri ABD kadar etkilemiyor. Aksine, ÇHC ile yeni fırsatların doğacağı düşünülüyor. ABD’nin kendi stratejik çıkarları için NATO’nun Pasifik Bölgesinde daha fazla angajman göstermesini istemesi ise, Berlin’de kesin bir dille reddediliyor. Aynı şekilde Rusya Federasyonu ile bilek güreşine girilmesi, AB’nin çıkarlarına aykırı görülüyor. AB’nin »stratejik otonomiye« kavuşturulması bu nedenle isteniliyor.
Bu gidişat önümüzdeki dönemde uluslararası siyaset sahnesindeki gelişmeleri etkileyecek gibi. Bilhassa Ortadoğu ve Türkiye politikalarında AB’nin ABD’nin isteklerinden farklı pozisyonlar alması beklenebilir. Elbette bu bir tahmin. Gerçekleri zaman içerisinde göreceğiz.