Erol Katırcıoğlu’na…

23 Nisan 2023

Köşedaşımız Erol Katırcıoğlu son yazılarında “radikal demokrasi” ve sosyalizm bağlamında düşüncelerini tartışmaya açmış. Son yazısında da “radikal demokrasiyi çağımız sosyalizmi” diye adlandırmasının “kimilerinin hoşuna gitmediğini” belirtiyor ve “sol” kesimlerde de “anlamakta zorlanılan konularda düşünme yerine inanma” yaklaşımının yaygın bir durum olduğunu yazıyor. İnanmaktan bahsedeceksek, Marksist-Leninist dünya görüşe sahip bir fert olarak tartışmalarda genellemelerden kaçınılması gerektiğine inandığımızı belirtmeliyiz. Okurlarımız “seçimler kapıdayken tartışmanın sırası mı” diyebilirler. Önemli bir süreçten geçtiğimiz doğru, ancak birbirlerine yakın duranlar, belirli bir hedef için ortaklaşanlar aynı zamanda eleştiri-özeleştiri mekanizmasını işleterek tartışmaları mücadele için yol gösterici, zihin açıcı hâle getirebilirler. Ortaklaşanlar karşıtları ile mücadele ederken aynı anda birbirlerini eleştirebilmelidirler de. Marx’ın dediği gibi, “her şeyden şüphe ederek” düşünmenin ve doğruyu bulmanın yoludur eleştiri ve özeleştiri.

„Erol Katırcıoğlu’na…“ weiterlesen

Boyun eğdiremediklerinize dair…

Boyun eğdiremediklerinize dair…

24 Temmuz 2022

Bugün okura bir devrimciden, Almanya’da sürgünde yaşamak zorunda bırakılan ölüm orucu gazisi Ganime Gülmez’den bahsetmek istiyorum. Yanlış anlaşılmasın, “bedeniyle konuşmaktan başka çaresi” olmadığından Wernicke Korsakoff hastalığına yakalanıp, Avrupa’da sürgünde 19 yıl boyunca Alman devletinin kriminalize ettiği Ganime Gülmez’i bir “mağdur” olarak görmüyorum. Tam aksine, tüm kısıtlamalara, hatta tedavi edilme hakkından mahrum bırakılmasına rağmen, yaşama ve direnme ısrarından vazgeçmeden farklı alanlarda mücadele eden bu devrimci kadına büyük saygım var. Avrupa’daki çok sayıdaki siyasi sürgüne örnek olarak aldığım ve tek başına, kimseden yardım istemeden, kendi deyimiyle “onurumla ayakta duruyorum” diyen Ganime Gülmez’den bahsetmek isteyişimin nedeni, Alman devletinin gerçek yüzünü ifşa etmek ve bu ülkedeki yerli-göçmen devrimcilerin başına gelebileceklere dikkat çekmektir.

„Boyun eğdiremediklerinize dair…“ weiterlesen

Neyin ne olduğunu söyleyerek

Neyin ne olduğunu söyleyerek

2 Ocak 2022

Geride bıraktığımız iki yılı aşkın Pandemi süreci, asıl krizin “Corona-Krizi” olmadığını, aksine Pandemi ile dünya çapında şiddetlenen derin kapitalist kriz olduğunu kanıtladı. Dünyanın hemen her köşesinde egemen sınıflar, sınıfsal özlerine uygun biçimde Pandemiyi ve Pandeminin yol açtığı sonuçları sosyal ve demokratik hakların daha da budanması, krizlerin yarattığı yükleri çalışan sınıfların üstlenmesi ve sermayenin, bu durumda özellikle uluslararası ilaç tekellerinin kârlarına kâr katması için kullandılar, kullanmaya devam ediyorlar. Geniş kitleler güvencesiz çalıştırma, işsizlik ve yoksulluk sarmalı ile boğuşurken, tekeller sadece kârlarını artırmakla kalmadı, kamu bütçelerinden devasa desteklerle Pandemi sonuçlarını hafifletebildiler.

„Neyin ne olduğunu söyleyerek“ weiterlesen

Sol mu savunmada, sermaye mi?

Sol mu savunmada, sermaye mi?

12 Aralık 2021

1989 karşı devriminin ardından komünist hareketin bittiği, solun anlatacak hikâyesinin kalmadığı, hatta tarihin sonunun geldiği iddia ediliyordu. Bu efsane bugün de geniş kesimleri etkiliyor ve aynı zamanda sosyalizm fikriyatına sahip olanlar arasında içsel savunmaya teslim olanların sayısını sabit tutuyor. Kapitalizmin yenilmez olmadığı, emek sömürüsünün yaşamın her alanını belirlediği bilimsel olarak ve pratikte her gün kanıtlanmasına rağmen, verili koşulların değiştirilemez olduğuna inanılıyor.

„Sol mu savunmada, sermaye mi?“ weiterlesen

Antikomünizm cenneti

Antikomünizm cenneti

18 Temmuz 2021

Almanya’daki tekelci burjuvazinin emperyalist cephenin en rafine ve en saldırgan burjuvazisi olduğunu defalarca tespit etmiştik. En kindarı olduğunu da eklemeliyiz. Nitekim Almanya’daki son gelişmeler bu tespitlerimizi bir kez daha teyit etmektedir. Almanya’nın dünyanın en zengin ülkelerinden birisi olmasına, emperyalist-kapitalist dünya düzeninin içinde debelendiği çoklu kriz ortamıyla diğer ülkelerden nispeten daha rahat baş edebilmesine ve toplumsal direniş potansiyellerini istedikleri yöne kanalize edebilmelerine rağmen, tarihlerinin belki de en zayıf konumunda olan Alman komünistlerine bir nebze tahammül edemeyen bir burjuvaziyle karşı karşıyayız.

„Antikomünizm cenneti“ weiterlesen

Rosa Luxemburg

ROSA LUXEMBURG

Sosyalist düşünceye adanan bir yaşam

Sergi Tabloları (PDF-formatında 26 tablo, 8 MB)

5 Mart’ta Rosa Luxemburg’un 150’nci doğum günü kutlanacak. Dünya işçi sınıfı hareketi içerisinde çok iyi tanınan ve 1919 Ocak’ında yoldaşı Karl Liebknecht ile birlikte karşı devrim tarafından katledilen, unutturulmaya çalışılan, ama komünistlerin, devrimcilerin ve dünya sokaklarını dolduranların hafızasına kazınan Rosa Luxemburg farklı mücadele alanlarında yaşamaya devam ediyor. Savaşanlar olduğu müddetçe de unutulmayacak!

„Rosa Luxemburg“ weiterlesen

Kurtuluş günü ve umut ışığı

Kurtuluş günü ve umut ışığı

8 Mayıs 2020

75 yıl önce, yani 8 Mayıs 1945’i 9 Mayıs 1945’e bağlayan gece, Sovyet insanının ve Kızıl Ordu’nun müthiş özverisi sayesinde Avrupa’nın Alman faşizminin prangasından kurtulduğu ilân edilmişti. 8 ve 9 Mayıs 1945, aynı Büyük Ekim Devrimi’nin gerçekleştiği 7 Kasım 1917 gibi, 20. Yüzyılın ve kanımızca bu ana kadarki insanlık tarihinin şüphesiz en önemli olgularından birisidir – salt komünistler, devrimciler ve antifaşistler için değil, barışçıl ve eşit haklı bir gelecek arzusu taşıyan tüm insanlar için! Lenin’in 1917’de imzaladığı »Barış Kararnamesi« nasıl tarihsel bir kırılma anı olduysa, 8 ve 9 Mayıs 1945’de Alman faşizminin koşulsuz kapitülasyonu imzalaması benzer bir kırılma anıdır. Gerek 1917, gerekse de 1945 ezilen ve sömürülenler için bir kurtuluş günü ve umut ışığı olarak işlev görmüşlerdir.

„Kurtuluş günü ve umut ışığı“ weiterlesen

Açlık! Grev! Kurtuluş?

Açlık! Grev! Kurtuluş?

Bu köşe yazısı 5 Ocak 2019 tarihli Yeni Özgür Politika gazetesinde yayımlanmıştır.

Hiç açlık çektiniz mi? Öyle bir kaç saat falan değil, günlerce, hatta haftalarca, hem de kendi kararınızla? Perhizden bahsetmiyoruz elbet. Bir yerlerde okumuş olmalısınızdır; dördüncü günden itibaren zehirli metabolizma unsurlarının kanda toplanmaya başladığını, onuncu günden itibaren hücrelerin yenilenemeden öldüklerini, ikinci haftanın sonunda dekompensasyon sürecinin başladığını, ellinci günden itibaren kalıcı hasarların oluştuğunu ve ölüm tehlikesinin baş gösterdiğini… „Açlık! Grev! Kurtuluş?“ weiterlesen

Rejim krizde: Neden? Ve ne yapmalı?

Rejim krizde: Neden? Ve ne yapmalı?

Türkiye’deki gerici-faşist ittifakın 24 Haziran baskın seçimlerinden kırılgan iktidar ilişkilerini stabilize ederek çıkmasından bu yana muhalif kesimlerde hâlâ belirli bir kafa karışıklığı hakim. Bilhassa kentli laik orta katmanlar hayal kırıklığından ve gerici-faşist ittifaka oy veren Sünni-muhafazakâr yoksul kesimlere duydukları derin öfkeden kurtulamıyorlar. Bu kesimlerdeki hayal kırıklığının en büyük nedeninin parlamentodaki burjuva muhalefetinin salt propagandadan ibaret söylemlerine bakarak, iktidarın değiştirilebileceği hüsnükuruntusuna kapılmaları olduğunu söyleyebiliriz. Komünistler, reel güç ilişkilerini ve siyasal rejimin karakterini göz önünde tutarak, »büyük olasılıkla ya diktatörlük ya da demokrasiye açılacak yol için bir dönemeç« tespitini yapmışlar ve gerici-faşist ittifakın geri püskürtülüp, AKP-Saray-Rejimine darbe indirilmesinin olanaklı olduğunu vurgulamışlardı. „Rejim krizde: Neden? Ve ne yapmalı?“ weiterlesen

Anti-Tekelci strateji ve komünistler

Anti-Tekelci strateji ve komünistler

Barış, demokrasi ve devrim tartışmaları üzerine

1989/1990 karşı devriminden bu yana geçen sürede, karşı devrimin tüm tahribatına, işçi sınıfı hareketi ile dünya komünist hareketinin neredeyse mücadelenin ilk yıllarına döndüren darbeler almalarına rağmen, günümüz dünyasında kapitalizmin tarihin sonu olmadığına, sömürüsüz ve barışçıl bir gelecek olabileceğine dair inançlar azalmadı. Aksine, dünya çapında farklı alanlarda yürütülen mücadelelerde kapitalist olmayan bir gelişmenin gerekli olduğunu, bunun için uluslararası tekellerin hakimiyetinin kırılmasının, aşağıdan yukarıya ve yatay iktidar ilişkilerinin kurulmasının ve ekolojik, kâr amacı gütmeyen, kooperatif, kamunun demokratik kontrolü altında olan bir iktisatın yerleştirilmesinin zorunlu olduğunu vurgulayan görüşler daha sıklıkla ve daha güçlü olarak ifade edilmekteler. »Kapitalizm alternatifsiz değildir« veya »başka bir dünya mümkün« şiarları ister gelişmiş merkez kapitalist ülkelerde olsun, isterse de gelişmekte olan ülkelerde olsun, bilhassa genç nüfus arasında giderek daha yaygınlaşmakta, postmodern kimlik mücadeleleri içerisinde öğütülen kitleler arasında taraftar bulmaktadır. »Başka bir dünyanın« nasıl kurulacağı, sosyalizmin »özgürlükçü« mü, »demokratik« mi yoksa »daha farklı« mı olacağı konusunda kafalar açık olmasa da, »mümkün olan başka dünyanın« ancak sosyalizm olabileceği konusunda neredeyse herkes hem fikir. „Anti-Tekelci strateji ve komünistler“ weiterlesen

»Meleklerin cinsiyeti« ve çarpışma toleransı

»Meleklerin cinsiyeti« ve çarpışma toleransı

Avrupa’daki Türkiyeli devrimci-komünist kümelere bir öneri

AKP-Saray-Rejiminin, burjuvazinin stepnesi faşist MHP’nin desteğiyle baskın seçim kararını alması, doğal olarak devrimci cenahta »sürece nasıl müdahale edilmeli« tartışmalarını alevlendirdi. Hangi biçimde olursa olsun, dayatılan bu seçim sürecini inşası hızlanan açık faşist diktatörlüğü geri püskürtmek, en azından parlamenter sistem ile hukukun üstünlüğünün yeniden tesis edilmesini sağlamak ve demokrasi mücadelesini yükseltmek, devrimci güçler için de şüphesiz ivedi görevlerdir. „»Meleklerin cinsiyeti« ve çarpışma toleransı“ weiterlesen

»İdeolojisi olmayan savaş« mı?

»İdeolojisi olmayan savaş« mı?

Bu köşe yazısı 21 Nisan 2018 tarihli Yeni Özgür Politika gazetesinde yayımlanmıştır.

Genelde dünya çapındaki, özelde ise bölgedeki gelişmeleri tarihsel maddecilik temelinde açıklamaya çalışan analizler çeşitli itirazlarla karşılaşıyorlar. Bu itirazları »günümüz dünyasını marksist jargonla açıklamak mümkün değil« cümlesiyle özetleyebiliriz. Bizce liberal bir okumadan ibaret olan bu yaklaşım Kürdistanlı aktivistler arasında da yaygın. Ancak »marksist jargon« olmayan analizlere baktığımızda, kültüralist açıklama çabalarının yanı sıra, bunların da »toplumsal sınıflar« veya »sermaye« gibi terimlere başvurmak zorunda olduklarını görmekteyiz. „»İdeolojisi olmayan savaş« mı?“ weiterlesen

Demokrasi ve Sosyalizm

Demokrasi ve Sosyalizm

Bu makale Politika Gazetesi’nin 46. Sayısında yayımlanmıştır

Demokratik ve bu bağlamda sosyal hakların genişletilmesi için verilen mücadele ile – ki, biz bunu burjuva demokrasisinin demokratikleştirilmesi olarak nitelendiriyoruz – işçi sınıfının iktidarının kurulması, yani sosyalizm mücadelesi arasındaki birbirini tamamlayıcı ilişki, uluslararası işçi ve komünist hareketinin tüm tarihi boyunca büyük bir önem taşımıştır. Günümüz emperyalist-kapitalist dünya düzeninin realitesi, kriz doğurganlığı ve saldırganlığı bu ilişkiye ayrı bir önem ve güncellik kazandırmaktadır. Gerçi bu ilişki komünistler açısından hiç bir zaman önemini ve güncelliğini yitirmemişti, ancak 1989/1990 karşı devrimi ve likidasyon uğraşları komünistlerin bu ilişkinin gereğini yerine getirmelerinde köstekleyici rol oynamıştır. Bu durum ise, işçi sınıfına, devrime ve sosyalizme olan inançlarını yitirenlerin oluşturdukları reformist akımların, özellikle ülkemizde kemalizm ile liberalizm kıskacına sıkışmış sosyalist yapıların demokrasi mücadelesini sınıfsal içeriğinden ve sosyalizm hedefli bağlamından kopartarak, kapitalizmin sınırları içerisindeki bir çözüme indirgemelerine yol açmıştır. Benzer bir gelişmeyi tersinden, sosyalizm mücadelesini demokratik özünden koparan sol sekter akımların yaklaşımlarında görmek olanaklıdır. „Demokrasi ve Sosyalizm“ weiterlesen

»Yeni devlet« değil, restorasyon ve süreklilik

»Yeni devlet« değil, restorasyon ve süreklilik

Avrupa’daki örnekler ışığında »Yeni Türkiye« tartışmalarına bir müdahale

Bu makale Politika Gazetesi’nin 45. sayısında yayımlanmıştır.

»Türkleri, oradaki farklı toplumsal sınıflar arasındaki ilişkiler farklı ırklar arasındakiler gibi karmakarışık olduklarından, Türkiye’deki egemen sınıf olarak tanımlayabilmemiz çok zor. Türk, duruma ve yere göre işçi, köylü, kesnekçi, ticaret adamı, feodalizmin en aşağı ve en barbar devrindeki bir feodal toprak sahibi, sivil memur veya asker olabilir; ama hangi sosyal konumda olursa olsun, o, ayrıcalıklı dine ve ulusa aittir – sadece o silah taşıma hakkına sahiptir ve en yüksek mevkide olan bir Hıristiyan, en alt sınıftan bir Müslüman ile karşılaştığında ona yol vermek zorundadır. Bosna ve Hersek’te halk kitleleri Rajah, yani Hıristiyan kalırlarken, Slav aristokratları İslam’ı kabul ettiler. Demek ki bu vilayette, aynı Müslüman Boşnak’ın Türk asıllı Müslüman din kardeşiyle eşit basamakta olması gibi, egemen inanç ve egemen sınıf özdeştir.«

Karl Marx ve Friedrich Engels, 23-28 Mart 1853, New York Daily Tribun

Marx ve Engels’in tarihsel süreçleri ve tarihsel koşulları duygusallıktan ve soyut formüllerden uzak, somut maddî güç ilişkilerini ve nesnel gelişmeyi temel alarak analiz masasına yatırma metodu, hiç kuşku yok ki, günümüzde de geçerliliğini korumaktadır. Tarihsel süreçleri ve güncel somut gelişmeleri, geleceğin şekillendirilmesi ve güncel sorunların çözümüne yönelik bir programın geliştirilebilmesi için bu metotla ele almak, olası yanılgıları ve bu süreçlerin gerçeğe uymayan tahlili üzerinden yanlış bir siyasî programı ortaya koyma riskini en aza indirgeyecektir. Çünkü gerçeğe uymayan öznel bir tarih okuması, yapılmak istenilen tahlili yanlışa, güncel olanı açıklamayı ise soyut formüllere dayandırmaya yönlendirir. Bu nedenle Komünistler, Marx ve Engels’in metotlarına Leninci kararlılıkla sadık kalmakla yükümlüdürler. „»Yeni devlet« değil, restorasyon ve süreklilik“ weiterlesen

Referandum sonrası Avrupa’daki görevlerimiz

Referandum sonrası Avrupa’daki görevlerimiz

Bu köşe yazısı 29 Nisan 2017 tarihli Yeni Özgür Politika ve Özgürlükçü Demokrasi gazetelerinde yayımlanmıştır.

Gayrimeşru referandum sonuçları Avrupa’daki yaşamımızı önümüzdeki yıllarda belirlemeye devam edecek. AKP-SARAY-Diktatörlüğünü 12 Eylül 1980 rejimine benzetmek, pek yanlış olmayacaktır – ama önemli bir farkla: ülkenin en az yarısı diktatörlüğe »Hayır« demiştir. Buna rağmen rehavete kapılmak, AB ile sorunlar yaşanıyor görüngüsüne aldanıp, »Batı’dan çözüm« beklemek büyük bir zaaf olacaktır. Saray kliğinin ve temsil ettikleri sınıfların ülkeyi açık faşist diktatörlüğe taşıma olasılığını da içeren bir sürece soktuğunu tespit etmek durumundayız. „Referandum sonrası Avrupa’daki görevlerimiz“ weiterlesen