Tarihsel rövanş hazırlığı mı?
Alman emperyalizminin vurucu gücü Federal Ordunun dönüşümü üzerine
Bu yazı Politika Gazetesi’nin 42. sayısında yayımlanmıştır.
Federal Savunma Bakanı Ursula von der Leyen son haftalarda kamuoyunun gündemine oturan Federal Ordudaki Neonaziler skandalı nedeniyle hayli müşkül duruma düşüyor. Bir F. Alman subayının mülteci kılığına girip, terör eylemleri planladığını ortaya çıkmasının ardından, F. Ordu içerisinde Neonazi networklerinin olabileceği de duyulunca, skandal patlak vermişti. F. Orduda, askerî binaların duvarlarındaki militarist resimlerden, faşist Wehrmacht’ın şiddet içeren ritüellerine kadar Alman faşizminin meşum askerî geleneklerinin sürdürülüyor olması kamuoyunda şaşkınlıkla karşılandı. Öyle ya, kamuoyuna yıllarca F. Alman ordusunun bir »parlamento ordusu« olarak, demokratik kontrol altında olduğu söyleniyordu.
Sahiden de F. Ordunun personel politikalarına bakıldığında, zorunlu askerlik uygulaması kaldırıldığından beri gönüllü göreve yazılanlar arasında aşırı sağcıların, ırkçıların ve Neonazilerin sayısında büyük bir artış görülüyor. F. Ordunun dünyanın her bölgesinde müdahale savaşlarını yürütme yeteneğini kazanması sağlanırken, askeriyenin »yeni görevlerini« layığıyla yerine getirecek personele sahip olmak istenmesi, militarist mantık açısından son derece normal. Normal olmayan, toplumsal ve siyasî solun dahi, F. Ordunun dünya gücü olmayı hedefleyen ve Avrupa’nın en saldırgan emperyalist gücü olan bir devletin ordusunun olduğu gerçeğinin unutmasıdır.
Alman faşizminin ritüellerini »gelenek« diye sürdüren bir ordunun Neonaziler için çekicilik kazandığını görmek istemeyen burjuva toplumu, üstü kapatılmaya çalışılan Neonazi skandalıyla uğraşadururken, F. Savunma Bakanlığında F. Ordunun öngörülen görevler için dönüşümünün planları peş peşe uygulamaya sokuluyor. Daha altı yıl önce alınmış olan »Yönelim Kararları« yenileniyor, militarizmin toplumsal yaşamın her alanına etkide bulunmasının yolları aranıyor. Yani, F. Ordunun bir nevi »dönüşümünün dönüşümüne« tanık oluyoruz diyebiliriz, ki buradan F. Alman emperyalizminin daha da saldırganlaşacağı sonucunu çıkarabiliriz.
Beyaz Kitap’tan al haberi…
Aslına bakılırsa, F. Alman emperyalizminin ordusunu vurucu güç hâline getirme planlarını son dönemlerin strateji belgelerinde okumak olanaklıydı. Örneğin 2016’da yayımlanan »Beyaz Kitap – Güvenlik Politikaları ve Federal Ordunun Geleceği Üzerine« başlıklı strateji belgesi, bu konuda hayli ipucu vermekte. Beyaz Kitaba üstünkörü bir bakış, girilen yolun nereye doğru yön aldığını açıkça görmeye yetiyor.
Strateji belgesi, F. Almanya’nın »güvenlik ufkunun küresel« olduğunu vurgulayarak, F. Ordunun dünyanın – hatta »siber ve bilişim dünyası ile uzayın – her noktasında göreve (!) gönderilmesinin gerekçesini sunuyor. Başka ülkelerle oluşturulacak koalisyonlarla hareket geçildiğinde, BM kararının gerekli olmayacağı belirtilerek, herhangi bir parlamenter kontrol altında olmayan »Federal Güvenlik Konseyinin« alacağı kararlarla uluslararası hukukun açıkça çiğnenmesi öneriliyor.
»Güvenlik ufkunu« küreselleştirerek, tüm dünyaya yayılma amacını, yani kapitalizmin yasallığını, gerekçelendirmek için yüz yıldır kullanılan bir düşman resmi, daha doğrusu Soğuk Savaş metotları yeniden ısıtılıyor. Örneğin belgenin 31. sayfasında Rusya’nın »Avrupa barış düzenini sorgulaması« ve »Batı ile sıkı partnerliği« reddetmesi nedeniyle stratejik rekabete kalkıştığı ve bu gelişmeye »AB ve NATO’nun bir bütün olarak yanıt vermesi gerektiği« iddia ediliyor. »Terörizme karşı savaş« demagojisiyle birlikte kullanılan bu düşman resmi, F. Ordunun nükleer silahları da içerecek şekilde silahlandırılmasını ve bunun gereği olarak da AB ve NATO çatısı altında »daha kararlı« (siz bunu daha saldırgan olarak okuyun) adımlar atılması zorunlu görülüyor.
Kullanılan bir diğer enstrüman silah ihracatıdır, ki bu konuda – özellikle askerî-sınai komplekslerin ortaklığı konusunda – F. Alman emperyalizminin en sıkı işbirlikçilerinden birisinin Türkiye olduğu da unutulmamalıdır. Strateji belgesi, ihracatın sadece silah satışıyla kısıtlı kalmaması gerektiğine vurgu yapıyor. Örneğin 52. sayfada »cesaretli yaklaşım« olarak, bilhassa merkezi ihtilaf bölgelerindeki partnerlerine »askerî araç ve gereç ile askerî eğitim ihracatının yapılmasının zorunluluğundan« bahsediliyor. Bunun en yakın örneklerinden birisi Güney Kürdistan’da Barzani güçlerinin silahlandırılması ve F. Alman subaylarınca eğitilmeleridir.
Belge aynı şekilde AB kurumlarının »sivil-askerî işbirliği« alanında NATO ve kurulacak AB askerî gücü ile daha sıkı işbirliğine girmelerinin ve AB üyesi ülkelerin silahlanma bütçelerinin artırılmasının, »F. Alman güvenlik politikasının önceliği« olduğunu vurguluyor. Bunun yanı sıra F. Ordunun kalifiyeli personel açığının sürdürülebilir bir biçimde kapatılması için, »okullar ve üniversiteler ile daha sıkı işbirliğine girileceği« belirtiliyor ve askerî »araştırma ve geliştirme programları« konusunda üniversiteler ile yürütülen işbirliğinin derinleştirileceğine değiniliyor.
Ve nitekim, zamanında Alman faşizminin yaptığı gibi, »vatan cephesi« oluşturuluyor. Belge bu çerçevede F. Ordunun yurt içinde görev (!) yapmasını sağlamak için ABD’ndekine benzer bir »Yurt Koruması« nitelemesini kullanarak, »yurt içi direnç yapılanmalarını güçlendirmek ve lojistik ağını korumak için F. Ordu mensuplarının kamusal alanın kurumları ile bağlantılı hâle getirilmeleri planlanıyor.
Görüldüğü gibi strateji belgesine üstünkörü bir bakış dahi, »demokrasi«, »demokratik kontrol« ve »parlamento ordusu« görüntüsünün ardında müthiş bir savaş mekanizmasının inşa edildiğini görmeye yetiyor. Peki, bu adımların ardında ne yatıyor? Kimilerinin dediği gibi, F. Almanya kaybettiği iki dünya savaşının tarihsel rövanşını mı almaya çalışıyor? Yoksa Alman faşizminin askerî şiddetiyle gerçekleştiremediğini ekonomik gücü ve dayatmalarıyla gerçekleştiren bu emperyalist gücün uluslararası düzene yönelik değerlendirmeleri mi farklılaştı?
Değişen koşullar ve yeni rakipler
Bu soruların yanıtlarını, F. Savunma Bakanlığının yaptığı bazı açıklamaların satır aralarını okuyarak bulmak olanaklı. Örneğin geçen Mart ayında bir bakanlık temsilcisi yaptığı biri sunumda, 2001 yılında karar altına alınan yönelimin 2032’e kadar »revize edilmesi gerektiğini« belirtmişti. Temsilci, son yıllarda »uluslararası siyasî çerçeve koşullarının esaslı bir şekilde değiştiğini« vurgulayarak, 2011’de F. Ordunun görevinin »ihtilaf ve kriz önleyiciliği« olduğunu, ama günümüzde ve yakın gelecekte »yüksek caydırıcılıkla ülke ve ittifak savunması olacağını« söylüyordu.
Bakanlık temsilcisinin söylediklerinin arka planını görebilmek için, F. Almanya’nın 2001’deki ve bugünkü değerlendirmelerine bakmak gerekiyor. Altı yıl önce F. Ordunun katıldığı yurt dışı müdahalelerine, başka devletlerin ciddî karşı koyuşuyla karşılaşılmayacağına kesin gözüyle bakılıyor ve bu konuda tedbir alınmasına öncelik tanınmıyordu. Geriye dönüp baktığımıza, sahiden de emperyalist güçlerin dünya çapında istedikleri gibi at koşturduklarını, ama kapitalizmin merkez ülkelerine yönelik bazı terör eylemlerinin haricinde, güçlü bir askerî mukavemetle karşılaşmadıklarını görebiliriz.
Güncel değerlendirmeyi ise gene Beyaz Kitap’ta okuyabiliyoruz. F. Alman emperyalizmi uluslararası sistemin hızla »siyasî, iktisadî ve askerî açıdan çok kutuplu bir düzene« dönüştüğü değerlendirmesini yapıyor. Bu değerlendirmenin ardında yatan gerçek, iki stratejik rakibin, Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) ve Rusya Federasyonu’nun (RF) uluslararası arenada emperyalist güçlerden bağımsız konumlanışlarıdır. Burjuva ekonomistlerinin, marksist ekonomistlerce de paylaşılan tahminlerine göre, 2030 yılında dünya çapındaki gayri safi hasılatın yüzde yirmisini elinde tutacak olan ÇHC ile emperyalist güçlerin karşısına askerî şiddetle dahi dize getirilemeyecek bir rakip çıkmakta. RF ise özellikle son beş yıl içerisinde kendisinin çekim merkezini oluşturduğu ve çeperindeki ülkeleri yanına çektiği bir kutup kurgusuyla, emperyalist-kapitalist dünya düzeninin »birinci liginde oynamayı« hedefleyen bir politika takip ediyor.
Alman emperyalizmi ÇHC ile RF’nu kendi uzun vadeli hedeflerini olumsuz etkileyen nesnel faktörler olarak değerlendiriyor. »Federal Güvenlik Politikaları Akademisi« (BAKS) eski başkanı Hans-Dieter Heumann’a göre, »belirli devletlerin« – burada ÇHC ile RF kastedilmektedir – »sadece iktisadî olarak değil, askerî olarak da pozisyon değiştirmeleri, jeopolitik güç kaymalarına neden oluyor«. Heumann’ın bu tespiti ile dikkat çekmek istediği, emperyalist güçlerin dünyanın muhtelif bölgelerinde verdikleri etki alanı genişletme ve hegemonya mücadelelerinin, sadece asimetrik savaş ve askerî açıdan zayıf mukavemetle karşılaşabilecekleri değil, doğrudan güçlü devletler arasında askerî ihtilaflara yol açma tehlikesinin artmış olmasıdır. ÇHC ve RF’nun nükleer güçler oldukları düşünülürse, nükleer olmasa bile, konvansiyonel savaş tehlikesi pek küçümsenebilecek bir olgu değil elbette. Aslına bakılırsa Heumann’ın rahatsızlığı, eskiden olduğu gibi istenildiği gibi at oynatılamayacak olmasıdır.
Almanya büyük devletler arası savaş tehlikesinin artması nedeniyle eski usul »yurt savunmasının« öncelik kazandığı görüşünde. »Yurt savunması« aynı zamanda, F. Almanya’nın kendi iç pazarı hâline getirdiği AB’ndeki ve NATO’daki müttefikleriyle beraber »ittifak savunması« anlamına da geliyor. Her halükarda ÇHC ve RF son yıllardaki adımlarıyla »ulusal« ve ekonomik çıkarlarını gerektiğinde askerî araçlarla koruma kararlılıklarını yeterince kanıtlamış durumdalar. O nedenle F. Almanya’nın yönelim değişikliğinin maddi temelleri olduğu söylenebilir. Ancak bu maddi temeller F. Alman emperyalizmi açısından, F. Ordunun hem »yurt savunmasındaki« görevlerini layığıyla yerine getirmek, hem de dünya çapında müdahale savaşlarını etkin bir biçimde yürütebilmek için her türlü yeteneğe kavuşturulmasını zorunlu kılıyor. Bu nedenle birbirine paralel olarak ve aynı süreç içerisinde uygulamaya sokulacak »tedbirler« planlanıyor. Beyaz Kitap işte bu »tedbirleri« ve gerekçelerini içeriyor, F. Ordunun personel yetersizliği ve iç pazar AB’nin tek başına »savunulamayacağı« gerekçesiyle, AB’ne ve Avrupa’daki müttefiklere F. Ordu öncülüğünde tüm askerî yeteneklerini seferber etmeleri, silahlanma giderlerini artırmaları dayatılıyor.
Ordunun »caydırıcılık gücü«
Ordudaki Neonaziler tartışması bir yönüyle, ordu yönetiminin sadece faşist »Wehrmacht«ın ritüelleri sürdürmekle kalmadığını, aynı zamanda Alman faşizminin savaş yöntemlerini ve askerî donatımını da örnek aldığını ortaya çıkardı. Hitler Almanya’sının İkinci Dünya Paylaşım Savaşı öncesindeki silahlanma politikalarıyla, yeniden dünya gücü olmaya soyunan F. Alman emperyalizminin silahlanma ve askerî politikaları arasında şaşırtıcı benzerlikler bulmak mümkün. F. Savunma Bakanlığının planlamaları bunu açıkça gösteriyor.
Beyaz Kitap’a ve bakanlık açıklamalarına bakıldığında, öncelikle kara kuvvetlerinin genişletilmesinin planlandığını görebiliyoruz. F. Ordunun yeniden yapılandırılması çerçevesinde şu anda elde olan yedi tugay yerine en kısa zamanda üç tümene dağılmış on tugay hazırlığı yapılıyor. Bu tugaylar hem »yurt ve ittifak savunmasında«, hem de farkı kıtalarda gerçekleştirilecek askerî müdahalelerde kısa zamanda etkin savaş yetisine kavuşturulacaklar. Bakanlığın 2016 yılında haberini verdiği asker sayısının artırılması kararına rağmen personel sayısında söz konusu olan yetersizlik nedeniyle şimdiden yedekler mobilize edilmeye başlandı. Bununla birlikte diğer Avrupa ülkelerinin ordu birimlerinin F. Ordu komutasında bir araya getirilme süreci hızlandırılıyor. Daha şimdiden üç Hollanda birliği F. Ordu birliklerine entegre edilmiş durumda. Kısa bir süre önce de Çek Cumhuriyeti ve Romanya askerlerinden bir kısmının F. Ordu komutası altına alınması kararı alınmıştı. NATO’nun Rusya sınırına yakın bölgelerinde gerçekleştirilen NATO manevraları zaten F. Ordu tarafından yönetilmekte.
Tugay sayısının artırılması, kısa zamanda on binlerce askerin farklı bölgelere nakledilmesi sorununu da beraberinde getirdiğinden, zırhlı araçların sayısı artırılmak zorunda. Bakanlığın planlarına göre önümüzdeki bir kaç yıl içerisinde, şu anda hazır olan 320 »Boxer« tipi zırhlı nakliyat araçlarının sayısı beş katına çıkartılacak. Bir »Boxer«in fiyatının 5 Milyon Euro olduğu düşünülürse, F. Alman silah tekellerinin kârlarını hayli artıracak olan bir adım olacak bu. Bununla birlikte »Federal Ordunun Gelecekteki Yetenek Profili İçin Geçici Yönerge« çerçevesinde hava ve deniz kuvvetleri için geniş silah alımı yapılacak. Bu yönerge, F. Alman hava kuvvetlerinin günde 350 »İstihbarat ve Saldırı Uçuşu« yapabilecek çok uluslu bir birliği yönetebilecek yetiye kavuşturulmasını öngörüyor. Deniz kuvvetlerinin ise her an ve aynı anda 15 savaş gemisini farklı bölgelerde operasyona gönderebilecek güce erişmesi planlanıyor. Bunun için önümüzdeki üç yıl içerisinde dört firkateyn ve altı ikmal gemisi satın alınacak. Yönerge, F. Alman deniz kuvvetlerinin yeniden bağımsız bir şekilde »havadan deniz savaşları« yürütebilmesini öngörüyor. Bu nedenle »yeterli sayıda« avcı bombardıman uçakları alınacak.
Aynı şekilde F. Ordunun siber uzay ve bilişim alanında yürütülecek »muharebe ve savaşlarda« vurucu güce kavuşturulması öngörülüyor. Bunun için kısa bir süre önce »Siber ve Bilişim Alanı Komutası« kuruldu. F. Savunma Bakanlığı ayrıca geçen Mart ayında yaptığı bir açıklamayla, F. Ordu için bir »Uzay İçin Stratejik Kılavuz« yayınladığını bildirdi. »Kılavuz«, F. Ordunun modern savaş yönetimi çerçevesinde uzayı »askerî operasyon alanı« olarak ilân etmesine yardımcı olacak. Tüm bu planları değerlendiren burjuva medyasının ordu uzmanları yorumlarında, F. Savunma Bakanı von der Leyen’in önümüzdeki yıllarda askerî harcamalar için ayırdığı 130 Milyar Euro’nun yetersiz kalacağını yazıyorlar.
Öyle ya da böyle, sonuç itibariyle F. Alman emperyalizmi emperyalist-kapitalist dünya düzeni içerisinde üstlenmek istediği öncü role her pahasına kavuşmak istediğini gösteriyor. Bu hedefi için, stratejik rakip olarak gördüğü devletlerle sınırlı konvansiyonel savaşları göze alıyor, nükleer »caydırıcılık« gücüne erişmek istiyor ve Avrupalı müttefiklerini daha da boyunduruğu altına almaya çalışıyor. F. Almanya tekelci burjuvazisinin tarihsel rövanşa hazırlanıp hazırlanmadığı spekülatif bir tartışma, ama çok açık olan, emperyalist devletler arasında en deneyimli egemen sınıf olan F. Almanya tekelci burjuvazisinin uzun vadeli hedefleri için dünyayı yeniden cehenneme çevirmekten çekinmeyecek olmasıdır. Burjuva demokrasilerinin içi boşaltılarak »demokratörlüklere« dönüştüğü, silahlanma için muazzam meblağların harcandığı, vekalet savaşlarıyla muhtelif bölgelerin kan denizine döndüğü, çoklu kriz ortamlarında refah coğrafyası toplumlarının ırkçılığın vebalı nefesini soluduğu ve ilân edilmemiş bir Üçüncü Dünya Savaşının gerçek bir cehenneme sıçrayabileceği bir dönemde asıl görev F. Alman işçi sınıfına ve öncü partisine düşüyor. Bu ise, içinde bulunduğumuz maddi koşullar altında yerine getirilmesi son derece zor, ama imkânsız olmayan bir görev.